Giriş

Buluş, hayal ile gerçeğin kesişmesidir. Gerçek hayal ile buluşmazsa, her şey olduğu gibi aynı kalır. Hayal gerçek ile buluşmazsa, masalsı öğeler olarak sırf düşünsel formda kalır. Hayalin de gerçeğin de bizatihi kendisi şüphesiz değerlidir. Hayalin hayal olarak kalması, gerçeğin de gerçek olarak kalması bir anlam değeridir. Hayalin gerçeğe dönüşmesi; doğal ve fiziksel bir çevre ile çevrelenmiş ve belirlenmiş insan yaşamına, kendi ürettiği yeni değerlerin eklenmesiyle doğal ve fiziksel yaşamın insan müdahalesiyle değiştirilmesidir. Gerçeğin hayale dönüşmesi, edebi terminolojide yok olmaya başlama sayılır. Gerçek, içerisine hayal katılmış olarak doğal ve fiziksel formundan çıkartılabilir ama hayal formuna dönüştürülemez. İçerisine hayal katılarak değiştirilmiş doğal ve fiziksel form yeni bir gerçekliktir.

Gerçek doğanın kendisi, hayal de zihnin akledebilir bir şeklidir. Her iki kavram da birer gerçeklik durumudur. Doğa reel bir gerçeklik; hayal ideal bir gerçekliktir. Doğa insan yaşamına tümüyle uyumlu değildir. Tersi de söylenebilir; insan yaşamı doğaya tümüyle uyumlu değildir. Doğal yaşam ile insan yaşamı tümüyle birbirine uyumlu olsaydı, insan düşüncesinde “doğal haliyle olmayanı isteme” ile karakterize olan hayal etmek gelişmezdi.

Doğa, içinde yaşayan insanı zorlamakta; doğa tarafından zorlanan insan, yaşamak için doğa ile mücadele etmekte ve aklını kullanarak mücadele biçimleri geliştirmektedir. Mücadele biçimi, kendisini zorlayan fiziksel-doğal öğeleri değiştirerek, kendisinin zorlanmadan devinebileceği yaşamın oluşturulmasına hizmet etmektedir. Buluş, insanın var oluşundan günümüze değişen hız ve şekilleriyle devam etmektedir. Gelecekte de devam edecektir. Buluş, kültür ve medeniyet değişimlerinin temel dinamolarından biridir. Buluşlar sayesinde olan bu değişimler şimdiye kadar çoğunlukla “ilerleme” olarak nitelendirilmiştir. Ancak buluşlar marifetiyle olan bu değişimlerin “gerileme” getirebileceği ihtimali de bilinmelidir.

Bilim ve teknoloji ürünlerinin geçmişten günümüze toplumsal yaşam içinde kullanılmasında birçok toplum ve medeniyetin katkısı vardır. Çağımızın gelişmiş olarak adlandırılan toplumları ise insan zekâsına, buluşa en çok değer veren ve buluşu teknolojiye dönüştürerek iyi değerlendiren toplumlardır. Bu “iyi değerlendiren” nitelemesi izafi ve kültüreldir. Bir Yunan Filozofunun söylemiyle; “iyi, içerisinde kötülüğün az bulunduğu bir iyilik; kötü de, iyiliğin içinde az bulunduğu bir kötülüktür.” Bu bağlamda yan etkilerinden arındırılmış, tamamen iyi, yani temel insan ihtiyaçlarına uyumlu ve çevrenin korunmasına duyarlı teknolojik ürünlerin geliştirilebilirliği ve insan yaşamına sokulabilirliği söz konusu olmaktadır.

Bilim ve teknoloji ürünlerinin insan yaşamına sokulmasının bir pahası bir maliyeti şüphesiz vardır. Bu paha ve maliyet tüketici toplum, sınıf veya bireylerin emeğine kendine göre-adı piyasa veya ihtiyaçlar da olabilir- bir değer biçmektedir. Teknolojik ürünlerin vergi bedelleri ile birlikte arzı yükseldikçe, tüketicilerin emeklerinin değeri düşmektedir (Bu durumda bir teknolojik ürünün hesabını doğrudan rakam olarak para telaffuzundan çok çeşitli memleketlerdeki mesleklerin aylık maaş bedelleri üzerinden yapmak daha doğru olur). Bu nedenle insancıl bir anlayışla, her toplumdaki emeğin olabildiğince eşitlenmesi, genel olarak dünyadaki toplam refahın tüm insanlığa yayılmasına hassaten de insan zekâsı ve buluşların her toplumda iyi bir şekilde değerlendirilmesine bağlıdır. İnsancıl değerlerin demokrasiler yoluyla yönetimlerde hâkim kılınmasının önemi buradadır. Aksi birey veya sınıf tahakkümlerini ve de karşılığında kısıtlılıkları getirir. Bu da demokrasilerde kabul görmeyen bir durumdur.

 

Niçin Buluşçu Olunur -?-

 

Sene 1991 Başları, İngiltere Tresham College’de dil öğreniyoruz. Sınıfta hatırladığım kadarıyla dört tane Türk’üz; Üçümüz değişik branşlardan Araştırma Görevlileriyiz ve sınıfın en yaşlılarıyız. Sınıfın diğerleri hep genç, 20-23 yaşları arasındalar; Bir İtalyan, bir İspanyol Avrupa’dan; Diğerleri hep Asya’dan – Vietnam, Tayland, Kore, İran’lı öğrenciler. Bir tarafı Asya’lı, bir tarafı Avrupa’lı bir de biz Türkler varız sınıfta. Dil ve kültür öğreniyoruz İngilizlerden – her dil öğrenimi, içerisinde mecburen kültürel öğeleri de taşır-.

 

Bir gün, okuldaki dil kurslarında da sorumlu olan Mr. W., derslerinin birinde, örneklendirme için “DİSCOVERY” ve “INVENTİON” kelimelerini seçer. Discovery, keşif; invention, icat-buluş anlamındadır. İskoç asıllı öğretmenimiz esprili bir öğretmendir. Konu içerisinden konu çıkarmasını bilir yani. U şeklinde oturuş düzenindeydik. Öğretmen, İskoçların televizyonu bulduklarını söyleyip, psikolojik mesafe sınırını da aşarak ve herkesin yüzüne doğru eğilerek – neredeyse 20 cm, bazen de daha aşağı mesafeden - “Siz ne buldunuz? Diye, herkese tek tek, alaycı bir tavırla sormaya başladı. Karşımdaki Araştırma Görevlisi arkadaşın bu soruya muhatap olunca yüzünün kıpkırmızı kesildiği hala kafamda canlıdır. İtalyanlar da radyoyu bulmuşlar meğer! Diğer genç arkadaşlar, - bir şey bulmadık, anlamında başlarını sağa sola sallıyorlardı. Sıra bana geldiğinde Farabi’den, İbni Sina’dan, Piri Reis’ten dem vurarak, kendimce durumu kurtarmaya çalıştım!

 

Dersin bitiminde teneffüste Kore’li bir öğrencinin bana sorduğu soru aynen şöyleydi;

 

Kemal, siz eskiden buluyordunuz da, şimdi neden bulamıyorsunuz?

 

Bu soruya ne cevap verilebilir!

 

Bu nedenle ve işte! Varsa sizde bir cevher, mutlaka ortaya çıkmalıdır. Bu bireysel gayreti gösteren her kimse; çiftçi, esnaf, çoban, çocuk, genç, ihtiyar, âlim veya cahil, arkadaşın veya uzağın ilgiyle izlenmeli, muhabbetle kucaklanmalı, madden ve manen desteklenmelidir. Çocukken hep duyardık; Türkler suyla çalışan araba yapmış diye. Ne oldu sonra, bu kişinin ve elinden tutulmadı. Dışarıda yapıldı şimdi bu araba, fiyatı da beş yüz bin dolar civarında açıklandı.

 

Türk kafası, buluşçu bir kafadır. Teveccüh gösterin, ne buluşlar çıkar, Anadolu insanının kafasından! Benim buradan, iktidardan muhalefete devlet büyüklerinden beklentim ve isteğim şudur; yurt ziyaretlerinizde mutlaka buluşçu kişileri arayınız, yörenin yöneticilerinden, iş adamlarından, onları karşınıza çıkarılmalarını isteyiniz. Böyle yaparsanız Türk kafası bir gün lokomotif olur, medeniyet öncüsü olur. Bakınız bunu yapan milletler, medeniyet öncüsüdürler. Diğerleri de bu lokomotife vagonlar olmaktadır. Bundan da ötesi eğitim kurumlarında, özellikle yükseköğretimde buluş kurumlaştırılmalıdır. İster üniversitenin içinden ister üniversitenin dışından buluşlar yapılmış olsun mutlaka pozitif anlamda değerlendirilmeli ve ortaya çıkan ürünler ulusal ve uluslar arası piyasaya arz edilmelidir.

Buluş Mekanizması

İnsan aklı ve düşüncesi bütün insanlık için her yerde aynı olmakla birlikte; zekânın kullanımı, buluşun yapılması, içinde yaşanılan toplum, kültür ve bireye göre değişiklikler gösterir. Edison ve Tesla’nın buluşçulukları birbirinden farklıdır. Tesla’nın söyleyişiyle; “Bir samanlıktaki bir iğneyi bulmak için Edison sabırla ve bıkmadan bütün saman parçacıklarını tek tek kaldırarak altlarına bakar. Hâlbuki bu kadar zaman kaybına gerek yoktur. Bir mekanizmayı düşüncemde çevirmemle gerçekte çevirmem arasında fark yoktur. İkisi de aynı sonuca çıkar”.

Benim tarzım Tesla’nınkine daha yakındır. Yeterince para ve yardımcım olsa teorikteki düşüncelerimin uygulamadaki sonuçlarını denemelerle de görmek ister ve bundan zevk de alırım. Bir şeyi tasarımladığımda ise onu uygulayamamak, benim için büyük bir eksiklik değildir; o tasarım çalışmalarımdan uzaklaşmamı gerektirmez. Uygulamadaki denemelerin yokluğunu, eksiklik olmaktan çıkaran şey; buluş düşüncesi içerisinde konu çerçevesinde düşüncemde defalarca yaptığım deney temrinleri ve bu temrinlerin neticesinde en etkili sonuca ulaşabilmemdir. Bu, konu ile ilgili düşüncedeki deneyler, madde koordinatları iyi tutulduğunda, etki ve tepki salınımları olasılık olarak iyi çeşitlendirildiğinde ve olasılık ve imkân sınırları iyi test edildiğinde sonuç veren bir durumu göstermektedir.

Buluşun çeşitleri vardır; faydalı, faydasız, orijinal, vasat, etkili, etkisiz, geniş çaplı, dar çaplı, dar çerçeveli, geniş çerçeveli, zamanın ve geleceğin buluşları. Hani padişahın huzuruna gelen adam hünerini sergiler; on metre mesafeden bir ipliği fırlatarak iğne deliğinden geçirir. Padişah ödül olarak adama yüz altın verilmesini ve arkasından da yüz değnek vurulmasını emreder; adamın maharetinin iyi fakat bu kadar faydasız bir mahareti öğrenmek için geçirdiği zamanın, boşa harcandığı gerekçesiyle. Leonardo da Vinci’nin bazı buluş ve tasarımlarının zamanının ötesinde olduğu bilinmektedir.

 

Buluş Mekanizmasını İrdelemek İçin Bir Keşif Çalışması Örneği (Adilcevazlı Mucit Melle Kaptanın Aziz Hatırasına Atfedilmiştir)

 

 

Link 1

Link 2

 

Adilcevaz’da yaşayan ve bisiklet tamirciliği ile uğraşan Mucit lakaplı Buluşçu Ali, bir kahvehanede çayını yudumluyorken gazetelerde bir ilan gördü. İlanda şöyle bir problemden bahsedilmekteydi; Problem: “Eski Urartu Yazıtlarından Birinde 2300metre rakımlı Nemrut Krater Gölünün tabanının 200metre altında çok kıymetli bir definenin olduğu ve bu definenin yanında da insanlığın geçmişini anlatan çivi yazılı bir tablet bulunduğu yazılıdır. Bu define ve tablete en etkili bir şekilde nasıl ulaşılabilir?” ‘Bu define ve tablete ulaşmak için geliştirilecek plan taktikleri Başbakanlıkta oluşturulacak bir komisyonca değerlendirilecek ve birinci olanın planı uygulanacak, uygulama sonuç verdiğinde de sahibine 5 Milyon Türk Lirası ödül olarak verilecektir.’ Ali’nin yüreği kıpır kıpır, beyninde de şimşekler çakmaya başlamıştı bile. Başını kaldırıp şöyle bir etrafa göz gezdirip kulak kabarttığında şu sözleri işitti;

Bir Memur: - Yahu arkadaşlar Hükümet o parayı biz memurlara bölüştürse daha iyi olmaz mı? Olur işler dururken, olmaz işlerle uğraşılıyor.

Bir Esnaf: - Valla bu problemi çözmek için birçok kişi bu bölgeye gelir, buraya da uğrarlar, kesemiz dolar.

Bir Çocuk: - Amcalar ben böyle bir şeyi yabancı bir filmde seyretmiştim. Sonunda kahraman bir genç defineye ulaştı. Ali abi! Sen ne diyorsun bu işe?

Bir Yaşlı Amca: - Oğlum Ali abin ne diyecek! O’nun babası Melle Kaptan da mucitti. Ne oldu? Yaptığı şeylerin hepsi elinde kaldı, bir kişi hariç hiçbir kimse ve yetkiliden bir destek görmedi. Fakir bir yaşam sürdü, bu dünyadan göçüp gitti. Bu memlekete yeniliği hep yabancılar getirdiğinde rağbet görmüştür.

Ali: - Doğru söylersin amca da, ben artık bu işe kafa yormadan edemem ki. Ben planımı geliştireceğim. Gerisi hükümete kalmış.

Ali kahvehaneden kalkıp dükkânına doğru yürüdü. Bir yandan da problemin nasıl çözüleceğini düşünüyordu. Dükkânına geldi. Bir bisikletin tamirine başladı. Tamir yapıyorken, problem çözümü için nasıl bir yol izleyeceğini düşünüyor. Birbirinden ilgisiz ve kopuk birçok düşünce beyninden geçiyordu. Bisiklet define; define bisiklet; define define; yeraltı yer üstü derken, akşam oldu.

 

hosting by HostEviniz