Bisiklet tamirini bitiren Ali, Şimdi mekanik helikopter tasarımına çalışmaya başlamanın zamanı diye düşündü. Bu yapacağı tasarım, babasının Ali çocukken geliştirdiği ve yere bağlayarak uçurduğu helikopterin en az on adım önünde olmalıydı. Babası ne yapmıştı, yapılan o zaman için ne anlama geliyordu, Ali şimdi ne yapacaktı, bu ikisi arasındaki farklar neydi zamanımızın helikopteriyle Ali’nin yapacağı arasında farklar neydi, Ali’nin yapacağının artıları ne olacaktı? Ali helikopter tasarımının çizimleriyle akşamı etti. Tam güneş batımına yarım saat kadar kala dükkânını kapatıp evinin yolunu tuttu. Bu gün sabahtan akşama kadar dükkânın içinde loş ışıkta kaldığından hiç olmazsa günün son ışıklarından faydalanıp karamsarlığa düşmemek için.

Eve geldikten sonra kendini yatağa attı. Kısa bir şekerleme günün yorgunluğunu alır diye düşündü. Uyandığında iki saatin geçtiğini fark etti. Bir kahve içti ve evin salonunda bir ileri bir geri yürümeye başladı. Aylardan Marttı; gün ise 15’i gösteriyordu. Başbakanlık problemin çözümünü Haziran ayı sonunda istiyordu. Süre kısa değildi; ama uzun da değildi. Bu hafta sonu bölgeyi gezmeliyim diye içinden geçirdi Ali. Ama önce internetten bölge ile ilgili çeşitli bilgiler elde etmeliydi. Masaüstü Bilgisayarını açıp internette gezinmeye başladı. Bilgisayarın başından kalktığında beş saat geçmişti. Eksik bir şey bıraktım mı diye düşündü; “Krater Gölünün Jeolojisi”, “Krater Gölünün Fiziksel Yapısı”, “Krater Gölünün Bitki Örtüsü” “Van Gölünün Oluşumu”, “Nemrut Volkanının Yapısı ve Aktivite Yapısı”, “Doğu Anadolu Bölgesi Depremleri” “Nemrut Dağının Fiziksel ve Jeolojik Yapısı”, “Nemrut Dağındaki Göl Oluşumları” Webden ve Görsellerden bu başlıklar altında tarama yapmış ve kendine göre çeşitli notlar almıştı.

Pazar günü olduğunda bölgeye yalnız mı yoksa bir arkadaşıyla mı gideceği konusunda kısa bir tereddüt yaşadı. Yalnız gitmeye karar verdi ama arkadaşının av köpeğini de yanına alacaktı. Akşamdan hazırladığı bavulunu yeniden kontrol etti. Evet, her şey tamamdı; Dürbünü, not defteri, ruhsatlı tabancası, kalemi, defteri, ev malzemeleri takımı, halatı, atkısı, beresi, montu, nevale çantası. Eksik bir şey yoktu. Aşağı indi. Askerliğinden kalma botlarını giydi, kapıyı kilitleyip dışarı çıktı. Geçen sene aldığı ikinci el arazi vitesli cipine doğru yürüdü. Malzemeleri arkaya atıp, direksiyonun başına geçti. Siyah gözlüklerine davrandı ama vazgeçti. Arkadaşının evine geldiğinde “Hızlı” zaten onu bekliyordu. Arka kapı açılır açılmaz içeri daldı ve insan gibi koltuğa kurulup oturdu. Bir yandan kuyruğunu sallıyor, bir yandan da zevk mırıldanışlarıyla Ali’ye yağ çekiyordu. Arkadaşı, Ali’yi evin balkonundan el sallayarak uğurladı. İlçenin çıkışında Ali siyah gözlüklerini taktı ve bir şarkı mırıldanmaya başladı.

Arazi ve dağlar beş-on cm karla kaplı ama yollar açıktı. Gökyüzü masmaviydi, güneş ışık ve ısısını esirgemiyordu. Araştırma için güzel bir gün seçmişim dedi Ali. İçi yaşama ve araştırma sevinciyle coşku ile doluydu. Ahlat’tan geçiyorken Selçuklunun başarılarıyla gurur duydu. Biraz sonra sağa yol sapağına girdi ve Krater Gölüne doğru yol almaya başladı. Siyah gözlüklerini çıkardı. Yavaş yavaş ilerliyor. Tabiatın her bir kıvrım ve ayrıntısının farklı görünüşlerini içinde hissediyordu. Köylere yaklaşıyorken de torpido gözünde bulunan şeker paketini çıkardı, yolda rastlayan çocuklara şeker dağıtmak için. Şekerin kokusunu alan hızlının da mırıldanması artınca birkaç şeker de ona verdi. Nihayet köyleri, birkaç dereyi de geçip, krater gölünün tepesine doğru sardırdı. Tepeye varmaya birkaç yüz metre kala arabasını durdurdu. Dışarı çıktı. Hızlı da dışarı attı kendisini. Van gölünün manzarası nefisti. Göl de gökyüzü de masmaviydi. Gölün içine, çeşitli insanların içinde neşe ile devindikleri gemileri; gölün kenarına da yeşil alan ve dinlenme mekânlarını hayalinden koydu, Ali. Bir gün belki böyle olur diye geçirdi içinden. Hızlı da dışarıda boş durmadı; otların arasında gezindi, birkaç tarla faresi kovaladı. Sonra ikisi birden arabaya bindiler. Tepeye vardıklarında Ali arabayı tekrar durdurdu. Şimdi manzara daha da zenginleşmişti. Bir yanda Van Gölü, diğer yanda Nemrut Krater gölü! Krater gölü çukurundan yukarı tepelere doğru, dağ eriği çalılıkları buradaki küçük ormanın en büyük üyeleriydi. Çam ve diğer çalı türleri de bu popülasyonu tamamlıyordu. Önce, çıplak gözle manzaraların içimi, güzelliklerin ruhunun tam içinde hissedilmesi gerçekleşti. Sonra dürbününü aldı; sağdan-sola, aşağıdan-yukarıya, içeriden-dışarıya yavaş yavaş manzarayı taramaya başladı. Aşağı yukarı bir saat süren bu işlemden sonra, kalemiyle defterini çıkarıp birtakım çizimler yaptı ve bazı notlar aldı.

2600metrelik rakımlı dağın temiz havası, hesap ettiğinden daha erken acıktırmıştı kendisini. Sıcak Gölün yanındaki kulübedeki adamın bakalım nesi vardı? Arabasına bindi. Hızlı da onu takip etti. Aşağıya doğru inmeye başladı. Etrafı karlarla kaplı Sıcak Gölden çıkan buğular, çevresinin havasını yumuşatıyordu. Kulübedeki adamın misafirleri de vardı. Selamlaşma ve kısa bir hatır sormadan sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti;

Ali: - Bu arkadaşlar kim, Kerim Gardaş?

Kerim: - Duymuşundur ve sen de ilgileniyorsundur Ali. Bu arkadaşlar Nemrut Krater Gölü Definesini araştırıyorlar. Seni tanıştırayım bu arkadaşlarla. Hans, kendisi Alman; Smith, İngiliz; Dai, Fars; Rafik, Lübnan’lı; John, Amerikalı; Aylin de Fransız.

- Bu arkadaş da Ali. Babası çevrede tanınan bir mucitti. (Tebessüm ve el sıkışmalar)

Ali: - Nasıl anlaşıyorsun bu arkadaşlarla Kerim?

Kerim: - Hepsi Türkçe biliyorlar.

Ali: - Hepsi Türkçe biliyor! Demek ki Türkçe dünya dili olmaya başlamış!

Kerim: - Dünyanın merkezi burası Ali! Elbette bilecekler. (Gülüşmeler)

Ali: - Ne yiyeceğiz Kerim, Bu arkadaşlar aç mı, tok mu?

Kerim: Kar kuyusunda gömülü, temizlenmiş bir yaban geyiğim var. Biraz sonra arkadaşlara ateşte çevireceğim, sen de katılmak ister misin?

Ali: - Evet! Evet! Ziyafetin üstüne gelmişiz. Ben arabadan ön yemelik bir şeyler getireyim. Sen de çay ver, açlığımızı biraz bastıralım.

Kerim: - Olur! Olur!

Ali arabadan nevale çantasını getirdi, yemek masasının üstünde açtı. Herkes, nevale çantasına iştahla bakıyordu. Hızlı da kuyruk sallayarak etraflarında dolaşıyordu. Herkese tandır ekmeği, otlu peynir, tereyağı ikram etti. Kerim de koskoca, dolu bir dağ eriği şurubu sürahisini masanın üstüne koydu. Hızlıya da birkaç parça sıyrılmış kemik attı. Atıştırmaya başladılar. Biraz sonra çaylarını yudumluyorlarken,

John: - Sana çok teşekkürler, Ali Bey! Ne lezzetli yiyecekler bunlar. Ben Fransa’da beş yıl kaldım. Şu otlu peynirinizin lezzet bakımından oradakilerden fazlası var eksiği yok.

Hans: - Almanya’da babamların kiracısı Vanlıydı. Ben bu tatların yabancısı değilim.

Aylin: - ben şu şurubu çok beğendim!

Ali: - Peynirimiz de, tereyağımız ve tandır ekmeğimiz de bütün Türkiye’ce bilinir ve severek tüketilir. Dağ eriği şurubu buraya mahsustur. Lezzetini gördünüz. Onu da artık siz dünyaya tanıtırsınız.

Dai: - Durun Ali Bey, biz daha buranın nelerini dünyaya tanıtacağız!

Rafik: - Ödülde de, tanıtmada da gözüm yok! Ben meraktan ölüyorum.

Smith: - Merak beni her zaman maceraya sürüklemiştir. Yalnız bu sefer ki zorlu olacağa benziyor.

Ali: - Gündeme oturan bu problemin çözümü, dünya kamuoyunda bir rahatlamaya da neden olacak. Problemi çözebilecek miyiz acaba? Ben çözen birisinin olacağını düşünüyorum.

Smith: - Çözemesek de, problem çözümüyle meşgul olarak macera için de yaşamak da güzel! Bizim hepimizi destekleyen birileri var, maddi sorunumuz yok. Senin durumun ne Ali?

Ali: - Açık söylemem gerekirse şu anda beni destekleyen birileri yok, ama kendi imkânlarımla araştırmalarımı yürütebileceğimi düşünüyorum. Geyik eti pişene kadar biraz etrafı dolaşalım mı?

Hepsi masadan kalkıp Soğuk Göl tarafına yürümeye başladılar. Hızlı da onları takip etti. Arkalarından Kerim şöyle seslendi: - Bir saat sonra sofrada olun! Buradan fazla uzaklaşmayın! Birbirinizden, fazla ayrılmayın! Ali devamla; - Ayıların uyanma zamanı! Buralarda da epeyce var.

Soğuk göl tarafı serindi. Ama içlerinde üşüyen yoktu. Kenardan, gidilebilen yere kadar yürümeye karar verdiler. Tek sıra halinde yürüyorlardı. Önde Aylin, en arkada da Dai vardı. Ali ikinci sıradaydı. Hızlının sırası belli değildi. Kah arkada kah önde neşe çığlıkları kopartarak, yürüyenlere eşlik ediyordu. Bu problemin çözümüne talip Türk kızları var mı acaba, varsa kaç tane diye düşündü Ali. Sonra Aylin’i incelemeye koyuldu; Pantolonlu, montlu, sarı saçlı, mavi gözlü, makyajsız fakat bakımlı bir yüz, takısız eller, erkek gibi yapılı, ortanın üstünde boylu, güzel sayılabilecek bir kız. İşte Fransız güzeli, araştırmacı Aylin! Bu arkadaşların meslekleri ne ola ki diye merak etti, Ali. Sorsa, acaba ayıp olur muydu?

Ali: - Arkadaşlar mesleklerinizi merak ettim. Ben bisiklet tamircisiyim. Hangi işlerle uğraştığınızı öğrenebilir miyim?

Aylin: - Ben arkadaşların mesleğini, uğraştığı işi tanıtayım sana Ali. Ben arkeologum. Hans matematik öğretmeni, John astronot, Dai petrol mühendisi, Rafik ilahiyatçı, Smith de ekonomisttir.

Dönüşleri bir saati biraz geçmişti. Kızarmışsınız! Diye takıldı onlara Kerim. Benim geyiğim daha güzel kızardı diye ekledi. Kokusu iki kilometre öteye geliyordu diyerek mukabele etti, Aylin. Masaya oturup geyik etinin servis edilmesini beklediler. Biraz sonra kerim bir sini üzerinde geyik etini içeri getirdi, kuzine sobasının üstüne koydu. Oradan servis etmeye başladı. Domates, soğan, acı ve tatlı mangalda közlenmiş biberler, haşlanmış kereviz, günek, tere, marul, nar ekşisi, limon, havuç, sobanın üstünde tuz ilave edilerek pişirilmiş ve suları kaba biriktirilmiş domalan, dağ eriği şurubu ve tandır ekmeği eşliğinde, neredeyse 15 kilo gelen etin hepsini bitirdiler. Kulübenin dışında hızlı neşeli neşeli havlıyordu. Müzik dinlemek ister misiniz, size müzik açayım mı diye sordu onlara Kerim. Çaylarını dağıtmaya başladı. Çaylarını içiyorlarken, teypten yükselen “eridi kalmadı dağların karı, yine dinmedi gönlümün efkârı” adlı Tatvan türküsünü dinliyorlardı.

hosting by HostEviniz