İki cevabı vardı bu sorunun. Birincisi; “ bu haber gazetelere çıkar, resmi sivil her kes duyar, her ilgili resmi ve sivil kurumlara müracaat eder. Böyle bir icadı görmezlikten, duymazlıktan gelirlerdi. Cevap bile vermezlerdi. — Babasına böyle yapmamışlar mıydı? Sorun neydi; babasını mı anlamamışlardı, babası mı kendisini iyi anlatamamıştı, icatlar birtakım çıkar gruplarının işine mi gelmemişti? -

Bu birinci cevap, toplumumuzdaki klasik cevaptı. Ne yap sındı o zaman Ali? Oturup sadece bisiklet tamiriyle uğraşsın; tabelası olmayan dükkânına da kocaman kırmızı harflerle “BİSİKLETÇİ ALİ” diye mi yazdır sındı? Böyle yapsa birileri bundan memnun olurdu ama Ali’nin beyninden, yüreğinden hatta ruhundan kopan güçlü dağ pınarları, köpüklü birer sel olup defalarca O’nu götürüp Van Denizine döker ve oranın da en derin yerine gömerdi (sonra da Ali’nin ruhu oradan hortlar, Van Gölü Canavarı olarak her gece kendi rüyalarına girerdi). Bu nedenle Ali, birinci cevaba rağbet edemezdi.

İkinci cevap da kendisinin ürettiğiydi. Bir anda ayağa kalktı şöyle seslendi, duvardaki babasının resmine ve çeşitli milletlerden bazı büyüklerin gerçek veya temsili resimlerine (Sokrat, Aristo, İbni Sina, Farabi, Alpaslan, Fatih, Kanuni, Atatürk, Büyük İskender, Abraham Lincoln ve Artuklu Veziri El Cezeri) bakarak; - Ben! Evet Ben! Melle Kaptan Oğlu, Ali! Sizlere Layık Olmaya Çalışacak ve Dünya Problemlerinden Önemlilerini Çözeceğim. Bak! O Zaman Milletimin Büyükleriyle Göz Göze Geleceksiniz!

Öğleye kadar çizimlerle uğraşan Ali, birden bisiklet konusunda hiç yeni bir şey geliştirmediğini düşündü. İşte dedi mucitlik böyle olur! Her şeyle uğraşırsın; kendi işinde bir gram bile ileri gitmek aklına gelmez. Bisikletleri geliştirse şöyle yapardı herhalde; bisiklet iki tekerlekli kalmalı ancak düşme tehlikesi olmamalıydı. Daha az güçle daha hızlı veya yavaş, her yöne daha kolay ve güvenle gidilebilmeliydi. Bu fikirleri aklının bir yerine not etti. Tam dükkândan çıkıyordu ki telefon çaldı. Deniz kenarındaki lüks lokantayı işleten Tavacı Şükrü arıyordu. Misafirleri olduğunu, oraya gelip gelemeyeceğini soruyordu. Gelebileceğini söyledi Ali. Dükkânını kapatıp aşağıya doğru yöneldi. Neden, bu adama Paracı Şükrü diyorlardı? Bir yandan da onu düşünüyordu. Lokantanın kapısında karşıladı Ali’yi Şükrü. İçerde on kadar kişi yemek yiyordu. Masanın başında yavaş hareketlerle yemek yiyen ve ara sıra konuştuğunda herkesin O’nu izlediği adamı işaret ederek; - Bu adam senin Alpaslan’dan Felsefe Öğretmeninmiş Ali!

Ali: - Yok! O, Ağabeyimi kastetmiştir. Ben ortaokuldan sonra okumadım. Şükrü: - Neyse gel! Adama bir görün.

Felsefe Öğretmeni: - Ulan Necati! Bak sigarayı okuldan sonra bırakmışsın. Boyun da uzamış, kilo da almışsın. Hilmi Çakıroğlu boşuna koşturmuş senin peşinden.

Ali: Yok efendim! O, Necati, Ağabeyim. Ben O’nun küçük kardeşiyim, ismim, Ali.

Felsefe Öğretmeni: - Gel otur şöyle gel otur. Necati nerde, şimdi ne yapıyor, eskisi gibi yine sigara tiryakisi mi? Baban da rahmeti olmuş! Allah rahmet eylesin. Çok girişimci, çok cevval bir adamdı.

(Şükrü araya girerek) – Ali de babasını aratmaz Hocam.

Ali: - Necati şimdi İstanbul’da dünyanın bastonunu yapıyor. Hali vakti yerinde, artık sigara içmiyor. Boğazdan geçen gemileri seyrederek efkârlanıyor. Arkasına demli çay içerek efkârını dağıtıyor. Babam 1999’da vefat etti.

Felsefe Öğretmeni: (kızlı erkekli gruba bakarak) – Ali’nin babası mucitti. Alpaslan’a geldiğinde hasbıhalimiz olmuştur. (sonra Ali’ye dönerek) Babanın yarım bıraktığı, maalesef destek ve para bulamadığından hayata geçiremediği işleri sen tamamlayacaksın herhalde!

Ali: - Hocam ben şu anda yeni bir helikopter tasarımı üzerinde çalışıyorum. Yalnız çalışma prensipleri babamın geliştirdiğinden farklı. Benimkisi mekanik. Bir de, duymuşunuzdur hükümetin tarihi bir olay üzerinden açmış olduğu problem var, onu çalışıyorum. Babamın yapmayı ve hayata geçirmeyi çok istediği projesi; barajsız elektrik üretme fikriydi. Ömrü vefa etmedi.

Felsefe Öğretmeni: - Ali benim projeyi duydun mu? “Durgun Sularda Elektrik Enerjisi Üretme” fikrini! Tamamen temiz bir enerji, küresel ısınmanın önüne insan eliyle koyabileceğimiz en büyük taş.

Ali: - Hocam böyle bir buluşu gazetelerden okudum, çok gururlandım, hatta Van Gölünde uygulanabilirliğinden de bahsediliyordu. Çok heyecanlandım. Ama hocam o buluş, hatırladığım kadarıyla bir üniversite hocasına aitti.

(Grupta gülüşmeler!)

Felsefe Öğretmeni: - O, benim, ben. Alpaslan’dan sonra üniversiteye geçtim. Ama lise öğretmeni, üniversite öğretmeni, sonuçta öğretmeniz işte. Ha Ali! Bizim Türk Üniversitelerinde her kes öğretmeye çok meraklıdır. Bir türlü, öğrencilerin kendi yaşantıları ve deneyimleriyle öğrenmelerine yeterince izin vermeyiz. Bizim öğrencilerimiz üniversiteden mezun olduktan sonra, yanlışlarından oluşan bir dizi tecrübelerinden sonra kendi ayaklarları üzerinde durmayı öğrenirler.

Ali: - Anlıyorum Hocam. Hocam, projeniz çok güzel de; gerçekte petrol imparatorluğunun dünyada hüküm sürdüğü günümüzde sizin projenizi nasıl uygulayacağız. İlgililerden yeterince destek var mı?

Felsefe Öğretmeni: - Aliciğim, yeterince var dersem yalan olur. Ama şimdi bu bölgede bulunmamızın nedeni; Van Gölü Havzası Belediyeler Birliği Komitesinden aldığım davettir. Yarın komite önünde buluşumuzu ve projeyi sunacağız. Yüksek Lisans ve Doktora Öğrencilerim de konuyla ilgili çeşitli açıklamalar yapacaklar.

Ali: - Sevgili Hocam, girişimleriniz için sizi kutluyorum. Belediye Başkanlarından üç tanesiyle tanışıyoruz. Biraz sonra dükkânıma geçtiğimde Onları arayıp, meselenin önemini, bölge ve Türkiye için getireceği artıları bir de ben anlatacağım ve projeye desteklerini isteyeceğim. Hocam ben biraz sonra kalkacağım. Müsaadeniz olursa çalışmalarım ile ilgili varsa birkaç tavsiyenizi alabilir miyim?

Felsefe Öğretmeni: Ali! Mucit Kaptanın oğlunun da buluş işleriyle uğraşması beni ziyadesiyle memnun etti. İlk elde sana yapacağım tavsiye; çevrendeki yetenekli birkaç çocuğu da buluşa yöneltmendir. Bak biz internette bir “Buluş Okulu” açtık orayı da takip edin. Sonra, yaptığın çalışma ve buluşlarla ilgili yeterince destek göremesen de devam et; zamanı gelir ve bir de bakarsın ki senin kapını çalıyorlar. Son olarak ta doğayı iyi gözlemle-incele-araştır. Doğa, nihayetinde hepimizin en iyi öğretmenidir.

Ha! Necati’ye selamımı söyle, bir baston da bize yapsın, yavaş yavaş ihtiyarlıyoruz. Bedri’ye de selamımı söyle, O da Alpaslan’dan öğrencimdir. İrtibatta kalalım, ara sıra haberleşelim.

Ali: Olur Hocam, olur! Web Sitenizi ziyaret ederim, haberleşiriz. Şimdilik hoşça kalın.

(Ali masadan kalkar, lokantanın dışarısına doğru yönelir)

Mehmet (Doktora Öğrencisi): - Hocam Ali’nin bakışları ve yüz çizgileri müthişti. Bu kişi, büyük buluşlara imza atacak diye düşünüyorum.

Felsefe Öğretmeni: Bravo Mehmet! İyi teşhis. Koyun faydalı ve munis; Kurt zararlı ve vahşidir. Ancak kurt bakışı, buluşçu bir bakıştır. Öğretmenlikteki otuz yıllık tecrübeme dayanarak söylüyorum. Bir sınıfa girdiğimde öğrencilerin bakışlarından yetenek ve derse ilgi düzeylerini anlarım.

Menekşe (Yüksek Lisans Öğrencisi): Çünkü Hocam, dikkat bakışta yansır.

Felsefe Öğretmeni: - Aynen öyle Menekşe! Bak senin de bakışlarından ne kadar güzel ve zeki biri olduğun anlaşılıyor. Bakmanın güzellikle de ilgisi var, yani. Haydi, şöyle biraz hareket! Deniz kenarında yürüyelim biraz.

hosting by HostEviniz