Güzel bir uykunun sabahında, dinç bir şekilde kalktı. Elini yüzünü yıkadı. Eşofmanlarını giydi. Balkonda kültür – fizik hareketleri yaptı. Vücudunun biraz tutulduğunu fark etti. Eğirdir Komando Okulundaki askerlik anıları geldi aklına. Kışın Davraz Dağına gidip, yarım metre karın üzerinde bazen de iki metre karın altında eğitim yaparlardı. Çığdan kurtulmamda komando olarak askerlik yapmamın payı var, diye düşündü. İçeri girdi, kahvaltısını yapıp çalışma masasının başına geçti. Olasılıkları kafasından geçirmeye başladı;

Defineyi soğuk hava bacalarından indirmişlerdir!

Defineyi buhar bacalarından indirmişlerdir!

Defineyi dağın dış yamacından açtıkları tünel vasıtasıyla indirmişlerdir!

Büyücüler büyü yaparak, defineyi oraya cinlere koydurtmuşlardır!

Yeraltı su akıntısının dağ tarafına sonda yapıp, akıntı vasıtası ile iletmişlerdir!

Şahmeran uykuda iken define sandığını vücuduna bağlamışlardır. Uyanınca o indirmiştir!

Daha fazla olasılık var mıydı? Elbette vardı, ama şimdilik bu kadarı yeterdi. Bu olasılıklardan çoğunu; olmaz, tehlikeli, çok zahmetli, çok uzun sürer, kolay, tercih etmezler, herkesin aklına gelir, efsane, masal diyerek düşüncesinde eledi. Buhar bacalarından birinden operasyon yapmış olabilirler miydi? Buhar bacaları sıcak gölün altına doğru iniyordu. Sıcak gölün en derin yeri yüz metre, kışın su sıcaklığı kırk, yazın da altmış dereceyi buluyordu. Göl tabanının iki yüz metre altında muhtemelen bir yeraltı gölü var, sıcaklığı da ihtimal en altına doğru yüz dereceyi buluyordu. Define buraya konmuş olabilir miydi? Telefona uzandı.

Ali: - Remzi merhaba! Ben Ali! Nasılsın, işlerin nasıl gidiyor?

Remzi: - İyiyim Ali! İşler de iyi, sen nasılsın? Buyur!

Ali: - Ben de iyiyim Remzi, sağ ol. Bana yarına kadar, yirmi santimetre karelik sürmeli kapaklı, kapatıldığında hava ve ışık irtibatını kesen düzenekte olan beş tane ayna yapabilir misin?

Remzi: - Bizim işimiz bu, Ali! Yaparım. Yarın saat on gibi gel al!

Ali: - Remzi sağ ol. Ha! Remzi! Camlar güzel temizlenmiş olsun! Üzerinde toz zerrecikleri kalmamasına dikkat edelim!

Remzi: Merak etme Ali! Cıncık gibi aynayı, gelip alırsın!

Ali: - Tamam Remzi anlaştık. Hoşça kal! Yarın görüşürüz. (Telefonu kapatır)

(Ertesi Gün)

Remzi: - Valla Ali! Amma dakiksin ha! Bak, saat tamı tamına on!

Ali: - Bizim insanımız alacağına dakik, vereceğine biraz yavaştır bilirsin, Remzi!

Remzi: - Valla ben dakikası dakikasına veriyorum! (camları kâğıtlara sarmış olarak arabanın arka koltuğuna koyar) (gülerek) sen yoksa veresiye mi alıyorsun?

Ali: - Ne denmiş bir hadis-i şerifte; işçinin emeğinin hakkını alnının teri kurumadan veriniz. (Camların parasını öder) Hadi eyvallah! Hayırlı işler.

Remzi: - Güle güle Ali! İşin rast gelsin.

Arabasına binen Ali, bir saat sonra kraterde buhar bacasının yanındaydı. Her yirmi dakikada bir, bir ayna ile içeri giriyor, aynayı bacanın iç tarafına doğru tutup sürmeli kapağını birkaç saniye açarak sonra da kapatıyor ve hemen o aynayı dışarı çıkarıp bir taşın üzerine bırakıyordu. Beş ayna ile sırasıyla bu işlemi yapan Ali, biraz da çıplak gözle etrafı seyrettikten sonra arabasına atladı ve evinin yolunu tuttu. Eve vardığında özenle camları eve götürüp her birini sırasıyla kanepenin üstüne dizdi. Sonra evden çıkıp dükkânın yolunu tuttu.

Akşam eve geldiğinde ilk işi ayna kapaklarını birer birer çıkarmak oldu. Evet! Tam düşündüğü gibiydi. Kükürtlü buhar zerrecikleri aynada iz bırakmıştı. Aynaları önce sırasıyla teker teker, sonrada sıra gözeterek birbirleriyle karşılaştırarak inceledi; Birinci, üçüncü ve beşinci aynalardaki fotoğraf ile ikinci ve dördüncü aynalardaki fotoğraf birbirinden farklı idi. Birinci, üçüncü ve beşinci aynalardaki fotoğraf helezoni dairelerden oluşuyor. İkinci ve dördüncü aynalardaki fotoğrafın ortasındaki helezoni daireler daha bir belirginleşiyordu. İki seri fotoğrafta da ortada bir yerde dikine doğru bir yayılım çizgisi vardı. Bir saklı, bir tuzak diye düşündü. Ama tuzak bu kadar belirgin ve ortada, görünen yerde olur muydu? Tuzağın da başka bir tuzağı olmalıydı. Zihnindeki imkân-olasılık ilişkisi, bu düşünceye götürüyordu Ali’yi. Ali yazı, çizim ve açıklamalardan oluşan raporunu özenle hazırladı.

Yatıp uyuduktan sonra da sabah kalkıp evden dışarı çıktığında ilk işi postaneden bu raporu iadeli teahütlü bir mektupla Ankara’ya göndermek oldu. Artık birkaç ay zihnini dinlendirebilirdi. Diğer çalıştığı projelere de, bu iş sonuçlanıncaya kadar ara vermeye karar verdi. Adilcevaz baharının tadını çıkaracaktı. Öyle de yaptı; yağan yağmurun, esen ılık rüzgârların, kuş cıvıltıların eşliğinde erik, kayısı, erguvan çiçeklerinin, taze ceviz yapraklarının kokusuyla sarhoş ve mutlu bir şekilde baharı geçirdi.

(Haziran ayı sonu)

Büyük baskı sayısı olan gazetelerin bazılarının manşetleri şöyleydi;

“Define Bir Hafta Sonra Bulunuyor”, “Yarışma Dolayısıyla Bütün Dünya Liderleri Tatvan’da”, “Geçmişten Günümüze Tarihi Mesaj Var”, “Dünya Mucitleri Yarışıyor”, “Yarışmada Üç Mucidin Fikirleri Öne Çıktı”. Ali hemen heyecanla son başlığın içeriğini okumaya başladı;

“Milattan önceki yıllarda Nemrut Krater Gölü tabanının iki yüz metre aşağısına konulduğu varsayılan define ve tabletin yerinin neresi olabileceği ve bu define ve tablete nasıl ulaşılabileceğine dair yürütülen fikirlerden üç mucidin fikirleri öne çıktı. Bu mucitler şunlar;

Ali Özen, Türk, Adilcevaz’da yaşıyor. Bisiklet tamircisi.

Haçik Garabetyan, Yahudi asıllı Ermeni, Erivan’da yaşıyor. Felsefe Profesörü.

Yuhanna Salimoğlu, Türk asıllı Yunan, Atina’da yaşıyor. Psikolog.

 

hosting by HostEviniz