Akademik Projeler

 

KUR'AN SEMBOLLERİNİN İHSASI ÜZERİNE

 

1-DUHAN

Fosil yakıt kullanımının yoğunluğundan oluşan hava ve ışık kirliliği.

2-KARA BALÇIKLI GÖZE

Petrol.

3-İKİ YETİM

Hz. İsa ve Hz. Yahya

4-DUVARINYIKILMASININ GECİKTİRİLMESİ

Ahir zamana doğru medeniyet önderliğinin Hak temsilcileri lehine el değiştirmesi.

5-GEMİNİN DELİNMESİ

Deniz ulaşımının deniz suyunun devri daimiyle gerçekleşmesi.

6-ÇOCUĞUN ÖLDÜRÜLMESİ

Bir kavmin tarih sahnesinden çekilmesi.

7-BALIĞIN CANLANARAK DENİZDE YOLUNU BULMASI

Denizlerin bir takım karaları istilası sonrası oralarda eldeki nimetlerin kaybı ve geçimin zorlaşması.

8-MAĞARA EHLİ İÇİN RAHMETİN YAYILMASI

Ahir zaman önderine mağara ehlinin yönetim işlerinde yardımcı olmaları.

9-AY YARILDI

Bir dinlenme ve muhasebe olması gereken gecenin gündüze benzetilerek oyun ve eğlence aracı kılınması ve donatılan ışık huzmelerinin ay ışığını gölgelemesi.

10-DABBETÜ’L-ARZ

Ağustos Böceği

11-ZÜLKARNEYN

Mehdi

12-ZÜLKARNEYN SEDDİ

İklim değişikliğinde en büyük etkiye sahip fosil yakıtla çalışan kara ulaşım araçlarının tüm dünyada toplanarak hepsinin kaynağı temiz elektrik enerjisi ile çalışır hale getirilmesi ve böylece doğal yaşam ile insan yaşamının uyumlu bir şekilde işler olması.

13-GÜNEŞTEN KORUNMAYAN HALK

Ozon tabakasının delinmesiyle insanların radyasyonun etkilerinden korunamaması.

 14-Hz.İSA

 Mesih.

15-YE’CÜC ME’CÜC

Doğaya, canlılara ve insana zararlı nefs uzantısı sanayi ve teknoloji.

16-BÖĞÜREN ALTIN BUZAĞI

Nefiste Tanrı ortağı olmaya aday, maharet sonucu oluşturulan her türlü düzenek.

 

Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).

1.

fe

: artık, öyleyse, o halde

2.

irtekib

: gözle, bekle

3.

yevme

: gün

4.

te'tî

: getirir

5.

es semâu

: sema, gök

6.

bi duhânin

: duhanı, dumanı

7.

mubînin

: apaçık

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.

2 - Diyanet İşleri: Göğün açık bir duman getireceği günü bekle.

3 - Abdul Metin Saruhan: Şimdi sen göğün açık bir duman çıkaracağı günü gözetle.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Artık gözetle gökyüzünden apaçık, gözle görünür bir dumanın geleceği günü.

5 - Abdullah Parlıyan: Artık gözetle… Gökyüzünde apaçık gözle görülür bir dumanın geleceği günü.

6 - Adem Uğur: Şimdi sen, göğün, açık bir duman çıkaracağı günü gözetle.

7 - Ahmed Hulusi: Semânın apaçık bir duhân (duman) olarak geleceği (insanî hakikatin fark edileceği) süreci gözetle!

 

DUHAN SURESİ 10. AYET

 

 

 

Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmen, kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).

1.

hattâ izâ

: olduğu zaman

2.

belega

: erişti, ulaştı

3.

magribe eş şemsi

: güneşin battığı yer

4.

vecede-hâ

: onu buldu

5.

tagrubu

: grup ediyor, batıyor

6.

fî aynin

: pınar içinde, pınarda

7.

hamietin

: bulanık, çamurlu

8.

ve vecede

: ve buldu

9.

inde-hâ

: onun yanında

10.

kavmen

: bir kavim, topluluk

11.

kulnâ

: biz dedik

12.

yâ ze el karneyni

: ey Zülkarneyn

13.

immâ

: ya, veya

14.

en tuazzibe

: senin azaba uğratman

15.

ve immâ

: ve ya, veya

16.

en tettehıze

: senin edinmen, ittihaz etmen

17.

fî-him

: onların içinde, onlar hakkında, onlara karşı

18.

husnen

: güzellikle, iyilikle, güzel davranışla

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Güneşin grup ettiği yere ulaştığı zaman, onu (güneşi) bulanık bir pınarda batarken buldu. Ve onun (o pınarın) yanında bir kavim (topluluk) buldu. (Ona şöyle) dedik: “Ya Zülkarneyn! Dilersen onlara azap edersin, dilersen onlara karşı güzel davranış ittihaz edersin.”

2 - Diyanet İşleri: Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.

3 - Abdul Metin Saruhan: Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz; Ey Zulkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin, dedik.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Nihâyet güneşin battığı yere gelince görmüştü ki güneş, kara bir balçığa batmada ve orada bir topluluğa rastladı. Dedik ki: Ey Zülkarneyn, istersen azaplandırırsın bunları, istersen iyilik edersin onlara.

5 - Abdullah Parlıyan: Batıya doğru giderek günün birinde, varabileceği en uzak noktaya vardı. Orada güneş O'na, kopkoyu bulanık bir suya dalıyormuş gibi göründü. Ve orada bir topluluğa rastladı. O'na “Ey Zülkarneyn!” dedik. “Onlara istersen azap edersin, istersen iyilik edersin.”

KEHF SURESİ 86. AYET 

Ve emmâl cidâru fe kâne li gulâmeyni yetîmeyni fîl medîneti ve kâne tahtehu kenzun lehumâ ve kâne ebûhumâ sâlihan, fe erâde rabbuke en yeblugâ eşuddehumâ ve yestahricâ kenzehumâ rahmeten min rabbike ve mâ fealtuhu an emrî, zâlike te’vîlu mâ lem testı’ aleyhi sabrâ(sabran).

1.

ve emmâ el cidâru

: ve duvar meselesine gelince, duvar ise

2.

fe kâne

: böylece idi

3.

li gulâmeyni

: iki (erkek) çocuğa ait, iki (erkek) çocuğun

4.

yetîmeyni

: iki yetim

5.

fî el medîneti

: şehirde

6.

ve kâne

: ve idi, vardı

7.

tahte-hu

: onun altında

8.

kenzun

: hazine, define

9.

lehumâ

: ikisinin, ikisine ait

10.

ve kâne

: ve idi

11.

ebû-humâ

: ikisinin babası

12.

sâlihan

: salih (kimse)

13.

fe erâde

: bu sebeple diledi, istedi

14.

rabbu-ke

: senin Rabbin

15.

en yeblugâ

: ikisinin erişmesini, ulaşmasını

16.

eşudde-humâ

: onların en kuvvetli çağı, gençlik çağı

17.

ve yestahricâ

: ve ikisinin çıkarması

18.

kenze-humâ

: ikisinin definesi

19.

rahmeten

: bir rahmet olarak

20.

min rabbi-ke

: senin Rabbinden

21.

ve mâ fealtu-hu

: ve onu ben yapmadım

22.

an emrî

: kendi emrimden, kendi isteğimle

23.

zâlike

: işte bu

24.

te'vîlu

: te'vîl, yorum, izah

25.

: şey

26.

lem testı'

: sen güç yetiremedin

27.

aleyhi

: ona

28.

sabren

: sabırlı olma

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Ve duvar ise şehirde iki yetim (erkek) çocuğa aitti. Onun altında, onlara ait bir define vardı. Ve onların babası salih (bir kimse) idi. Bu sebeple Rabbin, o ikisinin gençlik çağına erişmesini ve Rabbinden bir rahmet olarak, defineyi çıkarmalarını istedi. Ve ben, onu kendi emrim ile (kendi isteğimle) yapmadım (Allah’ın emriyle yaptım). İşte bu, sabırlı olmaya güç yetiremediğin şeylerin (olayların) yorumudur.

2 - Diyanet İşleri: “Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.”

3 - Abdul Metin Saruhan: Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi. Altında da onlara ait bir hazine vardı. Babaları ise iyi bir kimse idi. Rab’bin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rab’binden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Duvarsa, şehirdeki iki yetim çocuğundu ve altında, onlara âit bir defîne vardı, babaları da temiz bir adamdı. Rabbin, onların ergenlik çağına gelmelerini ve defînelerini çıkarıp elde etmelerini diledi. Bunları kendiliğimden yapmadım. İşte sabredemediğin şeylerin iç yüzü.

5 - Abdullah Parlıyan: Ve duvara gelince, o duvar kasabada yaşayan iki yetim oğlan çocuğuna aitti ve altında hukuken onların olan bir hazine gömülüydü, babaları da temiz bir adamdı. Rabbin, onların ergenlik çağına gelmelerini ve hazineleri çıkarıp elde etmelerini diledi. Dolayısıyla, bütün bu yaptıklarımı, ben kendiliğimden yapmadım. İşte dayanamadığın olayların içyüzü ve gerçek anlamı…”

KEHF SURESİ 82. AYET

 

Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetinistat’amâ ehlehâ fe ebev en yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmehu, kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecrâ(ecren).

1.

fentalekâ hattâ izâ

: böylece ikisi yola çıktılar

2.

eteyâ

: ikisi geldiler

3.

ehle

: şehir halkı

4.

karyetin

: bir karye, bir kasaba, bir ülke

5.

istat'amâ

: yemek istediler

6.

ehle hâ

: şehir halkı

7.

fe ebev

: fakat çekindiler

8.

en yudayyifû humâ

: ikisini misafir etmek

9.

fe

: fakat, böylece

10.

vecedâ

: (ikisi) buldular

11.

fî hâ

: orada

12.

cidâren

: bir duvar

13.

yurîdu

: istiyor

14.

en yenkadda

: yıkılmak üzere

15.

fe ekâme-hu

: o zaman onu ikâme etti, düzeltti

16.

kâle

: dedi

17.

lev

: eğer

18.

şi'te

: sen diledin

19.

lettehazte (le ittehaze)

: elbette buna karşılık

20.

aleyhi

: ona

21.

ecren

: ecir, ücret, bedel

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Böylece ikisi yola çıktılar. Bir kasabanın halkına geldikleri zaman onun (şehrin) halkından, yemek istediler. Fakat onları (ikisini), misafir etmekten (şehirdekiler) çekindiler. Orada yıkılmak üzere bir duvar buldular. (Hızır A.S), hemen onu düzeltti. (Musa A.S) dedi ki: “Eğer sen dileseydin, elbette onun (bu hizmetin) için bir ücret alırdın.”

2 - Diyanet İşleri: Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Mûsâ, “İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın” dedi.

3 - Abdul Metin Saruhan: Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) Hemen onu doğrulttu. Musa; Dileseydin, elbette buna karşı bir ücret alırdın dedi.

Abdulbaki Gölpınarlı: Gene yola düştüler. Bir şehre geldiler, halkından yemek istedilerse de onları konuklayıp doyuran bir tek kişi bile çıkmadı. Orada bir duvar buldular, yıkılmak üzereydi. O zât, duvarı doğrulttu. Mûsâ, dileseydin dedi, bu hizmete karşılık bir ücret alırdın.

5 - Abdullah Parlıyan: Bunun üzerine yeniden yola koyuldular. Bir kasabaya geldiler, halkından yemek istedilerse de, onları konuklayıp doyuran birtek kişi bile çıkmadı ve bu kasabada yıkılmak üzere bir duvar gördüler de, o zat o duvarı yıkılmaktan kurtarıp onarıverdi. Musa bunu görünce: “Eğer dileseydin, yaptığın bu iş için bir ücret alırdın.”

KEHF SURESİ 77. AYET

 

Fentalakâ, hattâ izâ rakibâ fîs sefîneti harakahâ kâle e haraktehâ li tugrika ehlehâ, lekad ci’te şey’en imrâ(imren).

1.

fentalakâ (fe intalakâ)

: böylece (ikisi) gittiler

2.

hattâ

: oluncaya kadar

3.

izâ

: olduğu zaman

4.

rakibâ

: (ikisi) bindi

5.

fî es sefîneti

: bir gemiye

6.

haraka-hâ

: onu deldi

7.

kâle

: dedi

8.

e harakte-hâ

: onu deldin mi

9.

li tugrika 
(garaka)

: garketmen (boğman, batırman) için 
: (garkoldu, boğuldu, battı)

10.

ehle-hâ

: onun ehlini (ahalisini, içinde bulunanları)

11.

lekad

: andolsun

12.

ci'te

: sen (geldin) yaptın, tahakkuk ettirdin

13.

şey'en

: bir şey

14.

imren

: büyük iş

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Böylece ikisi (yola) çıktılar. Gemiye bindikleri zaman onu deldi. (Musa A.S): “Onun ehlini (gemide bulunanları), boğmak için mi onu deldin? Andolsun ki sen, (vebali) büyük bir iş yaptın.” dedi.

2 - Diyanet İşleri: Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi. Mûsâ, “Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın.” dedi.

3 - Abdul Metin Saruhan: "Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman O (Hızır) gemiyi deldi. Musa; Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! dedi."

 

 

5 - Abdullah Parlıyan: Derken… Bu ikisi böylece yola koyuldular, sonunda bir kıyıya vardılar, onları karşı kıyıya taşıyan gemiden inecekleri zaman, o kimse gemide bir delik açtı. Musa bunu görünce: “İçindekileri boğmak için mi onu deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın” diye çıkıştı.

KEHF SURESİ 71. AYET

Emmâs sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ(gasben).

1.

emme

: fakat, lâkin, amma

2.

es sefînetu

: gemi

3.

fe kânet

: o zaman oldu, idi

4.

li mesâkîne

: fakirlere ait, fakirlerin

5.

ya'melûne

: çalışıyorlar

6.

fî el bahri

: denizde

7.

fe

: böylece, bu sebeple

8.

eradtu

: ben istedim

9.

en eîbe-hâ

: onu kusurlu yapmak

10.

ve kâne

: ve oldu, idi, vardı

11.

verâe-hum

: onların arkasında

12.

melikun

: bir kral

13.

ye'huzu

: alıyor (ele geçiriyor)

14.

kulle sefînetin

: bütün gemi(ler)

15.

gasben

: gasbederek, zorla

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Lâkin gemi, denizde çalışan fakirlerindi. Onu kusurlu yapmak istedim. Onların arkasında, bütün gemileri gasbederek (zorla) alan bir melik (kral) vardı.

2 - Diyanet İşleri: “O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.”

3 - Abdul Metin Saruhan: Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onun kusurlu yapılması ise; onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasb etmekte olan bir kral vardı.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi, onu kusurlu bir hale getirmek istedim, çünkü ilerde bir padişah var, bütün gemileri zaptetmede.

5 - Abdullah Parlıyan: O gemi, geçimini denizden sağlayan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu bir hale getirmek istedim. Çünkü, arkalarında her sağlam gemiye, zorla el koyan bir hükümdar olduğunu biliyordum.

KEHF SURESİ 79. AYET

Kâle e raeyte iz eveynâ ilâs sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illâş şeytânu en ezkurehu, vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).

1.

kâle

: dedi

2.

e raeyte

: gördün mü

3.

iz eveynâ

: sığındığımız zaman, orada bulunduğumuz zaman

4.

ilas sahrati (ilâ es sahrati)

: kayaya

5.

fe in-nî

: o zaman gerçekten ben

6.

nesîtu

: unuttum

7.

el hûte

: balığı

8.

ve mâ ensâ-nî-hu

: ve onu bana unutturmadı

9.

illeş şeytânu (illâ eş şeytânu)

: şeytandan başkası

10.

en ezkure-hu

: onu hatırlamayı

11.

vettehaze (ve ittehaze)

: ve edindi (tuttu)

12.

sebîle-hu

: kendi yolunu

13.

fî el bahri

: denizde (denizin içinde)

14.

aceben

: acayip, şaşılacak şekilde

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: (Genç şöyle) dedi: “Gördün mü kayaya sığındığımız zaman ben gerçekten balığı unuttum. Onu hatırlamamı, bana şeytandan başkası unutturmadı. Ve o (balık), acayip bir şekilde denizin içine doğru kendi yolunu tuttu.”

2 - Diyanet İşleri: Genç, “Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti” dedi.

3 - Abdul Metin Saruhan: (Genç adam;) Gördün mü! dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Arkadaşı, gördün mü dedi, kayanın üstünde oturduğumuz zaman balığı unutmuştum; onu bana unutturan ve sana söylememe mâni olan da ancak Şeytan'dır; balık, şaşılacak bir sûrette denizde bir yoldur tuttu, dalıp gitti.

5 - Abdullah Parlıyan: Arkadaşı, “Gördün mü?” dedi. “Kayanın yanında oturduğumuz zaman, balığı unutmuştum. Onu bana unutturan ve sana söylememe engel olan da, ancak şeytandır. Tuhaf şey nasılda yol bulup suya ulaştı.”

KEHF SURESİ 63. AYET

 

Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefsin, lekad ci’te şey’en nukrâ(nukren).

1.

fe

: böylece

2.

intalekâ

: ikisi gitti (oradan ayrıldı)

3.

hattâ

: oluncaya kadar

4.

izâ

: olduğu zaman

5.

lekıyâ

: ikisi karşılaştılar, rastladılar

6.

gulâmen

: (erkek) çocuk

7.

fe

: o zaman

8.

katele-hu

: onu öldürdü

9.

kâle

: dedi

10.

e katelte

: sen öldürdün mü

11.

nefsen

: bir nefs

12.

zekiyyeten

: temiz, masum

13.

bi gayri

: olmaksızın

14.

nefsin

: bir nefs

15.

lekad

: andolsun

16.

ci'te

: sen (geldin) yaptın, tahakkuk ettirdin

17.

şey'en

: bir şey

18.

nukren

: kötü, şeriate uymayan

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Böylece bir (erkek) çocuğa rastlayıncaya kadar gittiler. (Hızır A.S), onu (çocuğu) öldürdü. (Musa A.S): “Sen, temiz (masum) bir kişiyi (başka) bir nefse karşılık olmaksızın mı öldürdün? Andolsun ki sen, kötü (şeriate uymayan) bir şey yaptın.” dedi.

2 - Diyanet İşleri: Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam (hemen) onu öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.

3 - Abdul Metin Saruhan: Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki; Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Gene yola düştüler, derken bir erkek çocuğa rastladılar, o zât, çocuğu öldürdü. Mûsâ bir cana kıymamışken tuttun, tertemiz birisini öldürdün, andolsun ki pek kötü ve menedilmiş bir şey yaptın sen dedi.

5 - Abdullah Parlıyan: Böylece yeniden yola koyuldular. Bir çocuğa rastladılar. O zat çocuğu öldürdü. Musa bunu görünce, “Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın öldürdün, öyle mi?” diye çıkıştı. “Gerçekten çok korkunç bir iş yaptın sen.”

KEHF SURESİ 74. AYET

 

Ve izi'tezeltumûhum ve mâ ya'budûne illâllâhe fe'vû ilâl kehfi yenşur lekum rabbukum min rahmetihî ve yuheyyi' lekum min emrikum mirfekâ(mirfekan).

1.

ve izi'tezeltumû-hum 
(i'tezele)

: ve onlardan ayrıldığınız zaman 
: (ayrıldı)

2.

ve mâ ya'budûne

: ve kul olduğunuz şeyler

3.

illâllâhe (illâ allâhe)

: Allah'tan başka

4.

fe'vû (fe evû)

: artık, o halde, sığının

5.

ilel kehfi (illâ el kehfi)

: mağaraya

6.

yenşur

: neşretsin, göndersin, ulaştırsın

7.

lekum

: sizin için, size

8.

rabbu-kum

: Rabbiniz

9.

min rahmeti-hi

: rahmetinden

10.

ve yuheyyi'

: ve kolaylaştırsın, düzenlesin, lütfetsin

11.

lekum

: sizin için, size

12.

min emri-kum

: sizin emrinizden, sizin işinizden (işinizi)

13.

mirfekan

: yardımcı olarak, arkadaş, destek olarak

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Ve siz, Allah’tan başkasına kul olmayarak onlardan ayrıldığınız zaman artık bir mağaraya sığının! Rabbiniz size rahmetini neşretsin (ulaştırsın). Ve size, refik (destek) olarak işlerinizi kolaylaştırsın.

2 - Diyanet İşleri: (İçlerinden biri şöyle dedi:) “Mademki onlardan ve Allah’tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın.”

3 - Abdul Metin Saruhan: (İçlerinden biri şöyle demişti) Madem ki siz de onlardan ve onların Allah’ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde mağaraya sığınalım ki, Rab’bimiz bize rahmetini yaysın ve işimizde bizim için fayda ve kolaylık sağlasın.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Ve mâdemki dediler, onlardan ayrıldınız ve Allah'tan başkasına ibâdet etmeyeceksiniz, sığının mağaraya da Rabbiniz, rahmetiyle bir genişlik versin size ve işinizde de kolaylık sebepleri hazırlasın size.

5 - Abdullah Parlıyan: İçlerinden biri dedi ki, madem onlardan ayrıldınız ve Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, sığının mağaraya da Rabbiniz, rahmetiyle bir genişlik versin ve işinizde de size kolaylık sebepleri hazırlasın…

KEHF SURESİ 16. AYET

 

İkterabetis sâatu ven şakkal kamer(kameru).

1.

ikterebeti

: yakınlaştı

2.

es sâatu

: saat (kıyâmet vakti)

3.

ve inşakka

: ve yarıldı

4.

el kameru

: ay

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Saat yaklaştı ve Kamer (Ay) yarıldı.

2 - Diyanet İşleri: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

3 - Abdul Metin Saruhan: 54.1: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Yaklaştı kıyâmet ve yarıldı ay.

5 - Abdullah Parlıyan: Kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı.

KAMER SURESİ 1. AYET

 

Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracnâ lehum dâbbeten minel ardı tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkınûn(yûkınûne).

1.

ve izâ

: ve olduğu zaman

2.

vakaa

: vuku buldu

3.

el kavlu

: söz

4.

aleyhim

: onların üzerine

5.

ahracnâ

: çıkardık

6.

lehum

: onlar için, onlara

7.

dâbbeten

: dabbe

8.

min el ardı

: arzdan

9.

tukellimu-hum

: onlara söyleyecek (konuşacak)

10.

enne

: olduğunu

11.

en nâse

: insanlar

12.

kânû

: oldular

13.

bi âyâti-nâ

: âyetlerimize

14.

lâ yûkınûne

: yakîn hasıl etmezler

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Ve onların üzerine (Allah’ın Kitap’ta söylediği) söz vuku bulunca, onlara arzdan dabbe çıkardık (çıkarırız). İnsanların (Kitap’taki) âyetlerimize yakîn hasıl etmediklerini söyleyecek.

2 - Diyanet İşleri: (Kıyametin kopacağına dair) o söz başlarına gelince, onlar için yerden kendilerine bir dâbbe (canlı bir yaratık) çıkarırız. O, onlara insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler.

3 - Abdul Metin Saruhan: O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dabbe (mahluk) çıkarırız da, bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Sözün, onlar hakkında yerine geleceği, tahakkuk edeceği zaman gelip çatınca yeryüzünden, onlara bir mahlûk çıkarırız ki o, konuşur onlarla ve gerçekten de insanlar, delillerimize adamakıllı inanmazlar der.

5 - Abdullah Parlıyan: Söylenen kıyamet saati, başlarına geldiğinde, onların karşısına yerden kendilerine: “İnsanlığın, mesajlarımıza gerçek bir imanla inanmadığını” söyleyen bir yaratık çıkaracağız.

NEML SURESİ 82.AYET

 

İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).

1.

innâ

: muhakkak biz

2.

mekkennâ

: sağlam yerleştirdik, kuvvetlendirdik, destekledik

3.

lehu

: ona, onu

4.

fî el ardı

: yeryüzünde

5.

ve âteynâ-hu

: ve ona verdik

6.

min kulli şey'in

: herşeyden

7.

sebeben

: sebep, vesile

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Muhakkak ki Biz, onu yeryüzünde kuvvetlendirdik (destekledik). Ve ona sebep olan herşeyden verdik.

2 - Diyanet İşleri: Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına ulaşabileceği) bir yol verdik.

3 - Abdul Metin Saruhan: Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık. Ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Biz, gerçekten de onu yeryüzünde yerleştirip yüceltmiştik, her şeyin yoluna, yoradamına âit ne bilgi varsa vermiştik ona.

5 - Abdullah Parlıyan: Biz gerçektende O'nu yeryüzünde yerleştirip, yüceltmiştik ve herşeyin yoluna, yordamına ait ne bilgi varsa, vermiştik O'na.

KEHF SURESİ 84. AYET

 

Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum radmâ(radmen).

1.

kâle

: dedi

2.

mâ mekken-nî

: beni kuvvetlendirdiği (desteklediği) şeyler

3.

fîhi

: onda, hakkında, o konuda

4.

rabbî

: benim Rabbim

5.

hayrun

: daha hayırlı

6.

fe

: öyleyse, şimdi

7.

eînû-nî

: bana yardım edin

8.

bi kuvvetin

: güçle, kuvvetle

9.

ec'al

: yapayım

10.

beyne-kum ve beyne-hum

: onlarla sizin aranıza

11.

redmen

: çok sağlam engel

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: (Zülkarneyn): “Bu konuda Rabbimin beni kuvvetlendirdiği (desteklediği) şeyler daha hayırlıdır. Şimdi (siz) bana kuvvet ile yardım edin. Onlarla sizin aranıza çok sağlam bir engel yapayım.” dedi.

2 - Diyanet İşleri: Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.

3 - Abdul Metin Saruhan: Dedi ki; Rab’bimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Rabbimin bana verdiği devlet ve servet, daha hayırlıdır bana dedi, siz bana emeğinizle yardım edin de aranıza bir sed yapayım.

5 - Abdullah Parlıyan: Zülkarneyn: “Rabbimin bana verdiği devlet ve servet, sizin vereceklerinizden daha hayırlıdır. Siz bana emeğinizle yardım edin de, onlarla sizin aranıza sağlam bir engel yapayım.

KEFH SURESİ 95. AYET

 

Atûnî zuberal hadîdi, hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâran kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtran).

1.

atû-nî

: bana verin, getirin

2.

zubere el hadîdi

: demir parçaları

3.

hattâ izâ

: oluncaya kadar, olunca

4.

sâvâ

: müsavi, aynı seviye

5.

beyne es sadafeyni

: iki dağın arası

6.

kâle infuhû

: körükleyin dedi

7.

hattâ

: e kadar, oluncaya kadar

8.

izâ ceale-hu

: onu yaptığı zaman

9.

nâren

: ateş (hali)

10.

kâle

: dedi

11.

âtû-nî

: bana verin, getirin

12.

ufrig

: boşaltacağım, dökeceğim

13.

aleyhi

: onun üzerine

14.

kıtren

: erimiş bakır

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: “Bana demir parçaları getirin. İki dağın arası aynı seviye olunca üfleyin (körükleyin).” dedi. Onu ateş haline koyunca, “Bana erimiş bakır getirin, onun üzerine dökeceğim.” dedi.

2 - Diyanet İşleri: “Bana (yeterince) demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.

3 - Abdul Metin Saruhan: Bana, demir kütleleri getirin. Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca) üfleyin (körükleyin) dedi. Artık onu kor haline sokunca, getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim dedi.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Siz bana demir parçaları getirin. Dağların iki tarafı birbirine müsâvî olunca üfleyin dedi. Onu ateş haline sokunca da getirin de dedi, üstüne erimiş bakır dökeyim.

5 - Abdullah Parlıyan: Bana demir külçeleri getirin” dedi. Zülkarneyn iki dağın arasını, demir kütleleriyle doldurup, dağlarla aynı seviyeye getirince, “Körükleyin” dedi. Tüm demirler ateş kesilince, “Bana erimiş bakır getirin de, üzerine dökeyim” dedi.

6 - Adem Uğur: Bana, demir kütleleri getirin. Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): "Üfleyin (körükleyin)!" dedi. Artık onu kor haline sokunca: "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim" dedi.

7 - Ahmed Hulusi: Bana demir kütleleri getirin. . . Nihayet iki taraf arasını eşitleyince: "Nefhedin = körükleyin" dedi. . . Tâ ki onu (demiri) kor hâline getirince, "Getirin bana, üzerine eritilmiş bakır dökeyim" dedi.

8 - Ahmet Tekin: 'Bana demir kütükleri getirin.' Demir kütükler, iki dağın zirvesiyle aynı seviyeye geldiği vakit:
'Körükleyin' dedi. Demiri kor haline getirince:
'Getirin bana, üzerine bir miktar bakır eriyiği dökeyim.' dedi.

9 - Ahmet Varol: Bana demir kütleleri getirin.' İki dağ yakasının arası denkleşince: 'Körükleyin' dedi. Onu ateş haline getirdiğinde de: 'Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim' dedi.

10 - Ali Bulaç: "Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim."

11 - Ali Fikri Yavuz: Bana demir pikleri getirin, (dağların) tam iki ucu denkleştiği vakit körükleyin” dedi. Nihayet demiri bir ateş hâline koyduğu vakit: “-Getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim.” dedi.

12 - Ali Ünal: “Haydi bana demir kütleleri getirin!” Zülkarneyn, iki dağın arasını dağların dik yamaçlarıyla aynı seviyeye gelinceye kadar doldurdu. Sonra, “Şimdi ateş yakın ve körükleyin!” dedi. Demir yığınlarını âdeta ateş haline getirince de, “Şimdi de bana erimiş bakır getirin de, şunun üzerine dökeyim!” diye emretti.

13 - Bayraktar Bayraklı: “Bana demir kütleleri getirin!” Kütleler iki dağın arasını doldurunca, “Körükleyin!” dedi. Demirler akkor haline gelince, “Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim” dedi.

14 - Bekir Sadak: (95-96) «ORabbimin bana verdikleri sizinkinden daha iyidir. Bana gucunuzle yardim edin de sizinle onlarin arasina saglam bir sed yapayim.» Bana demir kutleleri getirin» dedi. Bunlar iki dagin arasini doldurunca: «Korukleyin» dedi. Demirler akkor haline gelince; «Bana erimis bakir getirin de uzerine dokeyim» dedi.

15 - Celal Yıldırım: Bana demir kütleleri getirin». Bununla iki dağ arasını (doldurup eşit duruma gelince) Zülkarneyn, «körükleyin !» diye emretti. Sonunda demirler ateş haline gelince, «bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim» dedi.

16 - Cemal Külünkoğlu: “Bana (yeterince) demir (kütleleri) getirin”. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da: “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.

17 - Diyanet İşleri (eski): (95-96) 'Rabbimin bana verdikleri sizinkinden daha iyidir. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir sed yapayım. Bana demir kütleleri getirin' dedi. Bunlar iki dağın arasını doldurunca: 'Körükleyin' dedi. Demirler akkor haline gelince; 'Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim' dedi.

18 - Diyanet Vakfi: «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi.

19 - Edip Yüksel: 'Bana demir kütleleri getirin.' Her iki barikatın arasını doldurunca, 'Üfleyin!,' dedi. Onu bir ateş haline sokunca da, 'Getirin, üstüne erimiş bakır dökeyim,' dedi.

20 - Elmalılı Hamdi Yazır: Bana demir kütleleri getirin, tam iki ucu denkleştirdiği vakit körükleyin dedi, tam onu bir ateş haline koyduğu vakit getirin bana dedi: üzerine erimiş bakır dökeyim

21 - Elmalılı (sadeleştirilmiş): Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: «Körükleyin!» dedi. Demiri bir ateş haline getirince: «Getirin bana üzerine erimiş bakır dökeyim!» dedi.

22 - Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2): «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit: «Ateş yakıp körükleyin» dedi. Demiri bir ateş koru haline getirince. «Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim» dedi.

23 - Gültekin Onan: "Bana demir kütleleri getirin"; iki dağın arası eşit düzeye gelince "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim."

24 - Harun Yıldırım: "Bana, demir kütleleri getirin." Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince: "Üfleyin!" dedi. Artık onu kor haline sokunca: "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim" dedi.

25 - Hasan Basri Çantay: «Bana demir kütleleri getirin». (O karşılıklı iki dağın) iki yanı tam denkleşdiği vakit «üfleyin» dedi. Nihayet onu (demiri) bir ateş haaline koyduğu zaman da «Getirin bana, dedi, üstüne erimiş bakır dökeyim».

26 - Hayrat Neşriyat: 'Bana demir kütleleri getirin!' (dedi). İki dağ arası (bunlarla dolup) aynı seviyeye geldiği zaman: 'Körükleyin!' dedi. Nihâyet onu (o demir kütlelerini) kor hâline getirince: 'Getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim!' dedi.

27 - İbni Kesir: Bana demir kütleleri getirin. Bunlar iki dağın arasını doldurunca; körükleyin, dedi. Nihayet o, bir ateş haline gelince; bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim, dedi.

28 - İlyas Yorulmaz: “Siz şimdi bana demir parçaları getirin” dedi. Demir parçaları ile iki settin arasını doldurdu ve “(Ateş yakıp) Demirler nar gibi oluncaya kadar körükleyin. Şimdi bana (başka bir yerde eritilmiş bakırı) getirin de, bakır eriyiğini demir korunun üzerine dökeyim” dedi.

29 - Kadri Çelik: “Bana demir külçeleri getirin.” İki dağın arası (demir külçeleriyle) eşit düzeye gelince, “Körükleyin” dedi. Onu ateş haline getirince de dedi ki: “Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.”

30 - Muhammed Esed: "Bana demir külçeleri getirin!" derken, demir (külçelerini) yığıp, iki yar arasındaki boşluğa doldurunca (onlara) "(Bir ocak kurun ve) körükleyin!" dedi. Nihayet, (demir iyice) kor haline gelince, "Bana ergimiş bakır getirin bunun üzerine dökeyim" dedi.

31 - Mustafa İslamoğlu: (şimdi) bana demir plakalar getirin!" Nihayet iki dik yamaç arasındaki (boşluk) doldurulup düz hale gelince onlara "Körükleyin!" dedi. Sonunda demir akkor halini alınca, "Onun üzerine dökmek için bana ergimiş bakır getirin!" dedi.

32 - Ömer Nasuhi Bilmen: «Bana demir parçaları getirin,» iki dağın arası bir seviyeye gelince «körükleyin,» dedi. Onu ateş haline koyduğu zaman da «getirin bana,» dedi, «Üzerine erimiş bakır dökeyim.»

33 - Ömer Öngüt: “Bana demir kütleleri getirin!” Nihayet bunlar iki dağın arasını doldurup aynı seviyeye gelince: “Körükleyin!” dedi. Sonunda o demirleri kor haline getirdiğinde: “Getirin şimdi bana, üzerine erimiş bakır dökeyim!” dedi.

34 - Şaban Piriş: (95-96) -Rabbimin bana verdikleri, sizinkinden daha hayırlıdır. Bana gücünüzle yardım edin, bana demir kütleleri getirin de sizinle onlar arasına sağlam bir duvar yapayım, dedi. Bunlar iki dağın arasını doldurunca: -Körükleyin, dedi. Sonunda onu ateş haline getirdi. -Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim, dedi.

35 - Sadık Türkmen: Bana demir kütleleri getirin.” Nihayet iki dağın arasını aynı seviyeye getirince; “Körükleyin” dedi. Nihayet o demir kütlelerini kor ateş haline sokunca, dedi ki: “Bana erimiş bakır getirin de onun üzerine dökeyim.”

36 - Seyyid Kutub: Bana demir parçaları getiriniz. Getirdikleri demir parçalarının oluşturduğu yığını yanlardaki setlerin tepeleri ile aynı düzeye çıkarınca adamlara «körükleri çalıştırınız» dedi. Demir yığınını ateş haline getirince «Bana biraz erimiş bakır getiriniz de üzerine dökeyim» dedi.

37 - Suat Yıldırım: "Demir kütleleri getirin bana!" Zülkarneyn iki dağın arasını demir kütleleriyle doldurtup dağlarla aynı seviyeye getirince: "Körükleyin!" dedi. Tam onu bir ateş haline getirince, "Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim." dedi.

38 - Süleyman Ateş: "Bana demir kütleleri getirin." (Zu'l-Karneyn) iki dağın arasını (demir kütleleriyle doldurtup dağlarla) aynı seviyeye getirince: "Üfleyin!" dedi. Nihâyet o(demir kütleleri)ni bir ateş haline sokunca "Getirin bana, üzerine erimiş katran dökeyim," dedi.

39 - Tefhim-ul Kuran: «Bana demir kütleleri getirin,» iki dağın arası eşit düzeye gelince, «Körükleyin» dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: «Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.»

40 - Ümit Şimşek: 'Bana demir kütleleri getirin.' İki dağın arasını demir kütleleriyle düzleyince, 'Şimdi körükleyin' dedi. Onu ateş haline getirince de 'Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim' dedi.

41 - Yaşar Nuri Öztürk: "Bana demir kütleleri getirin!" İki ucu tam denkleştirince, "Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.

KEHF SURESİ 96. AYET

 

Hattâ izâ futihat ye’cûcu ve me’cûcu ve hum min kulli hadebin yensilûn(yensilûne).

1.

hattâ izâ

: olduğu zaman

2.

futihat

: açıldı

3.

ye'cûcu

: yecüc

4.

ve me'cûcu

: ve mecüc

5.

ve hum

: ve onlar

6.

min kulli

: hepsinden

7.

hadebin

: taraftan, tepeden

8.

yensilûne

: hızla koşarlar, saldırırlar

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Nihayet yecüc ve mecüc, (sedleri) açıldığı zaman tepelerin hepsinden saldırırlar.

2 - Diyanet İşleri: Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler.

3 - Abdul Metin Saruhan: Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc (sedleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman!

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Sonunda Ye'cüc ve Me'cuc'un seti açılınca ve onlar, her tepeden yeryüzüne saldırınca.

5 - Abdullah Parlıyan: Nihayet yerleri Allah tarafından bilinen, kalabalık nüfuslarıyla ünlü iki toplum olan Ye'cüc ve Me'cüc'ün sedleri açılıp ta yeryüzünü dağılmaları için her tepeden saldıracakları

ENBİYA SURESİ 96. AYET

Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).

1.

kâlû

: dediler

2.

yâ ze el karneyni

: ey Zülkarneyn

3.

inne

: muhakkak

4.

ye'cûce

: yecüc

5.

ve me'cûce

: ve mecüc

6.

mufsidûne

: fesat çıkaranlar

7.

fî el ardı

: yeryüzünde

8.

fe

: bu yüzden, bu sebeple

9.

hel

: mı

10.

nec'alu

: biz kılalım, biz yapalım

11.

leke

: sana

12.

harcen

: harç, ücret

13.

alâ

: üzerine, e karşı, karşılık

14.

en tec'ale

: senin yapman

15.

beyne-nâ ve beyne-hum

: onlarla bizim aramız

16.

sedden

: bir set

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: “Ey Zülkarneyn! Muhakkak ki yecüc ve mecüc, yeryüzünde fesat çıkaranlardır. Bu sebeple, onlarla bizim aramıza bir set yapman için, sana harç verelim mi?” dediler.

2 - Diyanet İşleri: Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”

3 - Abdul Metin Saruhan: Dediler ki; Ey Zulkarneyn! Bu memlekette Ye’cüc ve Me’cüc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir set yapman için sana bir vergi verelim mi?

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Dediler ki: Ey Zülkarneyn, Ye'cuc'la Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk yapan tâifelerdir, onlarla bizim aramıza bir set yapmak şartıyle sana mallarımızdan versek râzı olur musun, yapar mısın?

5 - Abdullah Parlıyan: Bunlar ona: “Ey Zülkarneyn!” dediler. “Ye'cüc ve Me'cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyor. Onlarla bizim aramızda bir set inşa etmen şartıyla, sana bir vergi versek olmaz mı?”

KEHF 94.AYET

 

 

 

Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ(sitren).

1.

hattâ izâ

: olduğu zaman

2.

belega

: ulaştı

3.

matlıa eş şemsi 
(talaa)

: güneşin (tulû ettiği) doğduğu yer 
: (doğdu)

4.

vecede-hâ

: onu buldu

5.

tatluu

: doğuyor

6.

alâ kavmin

: bir kavmin üzerine

7.

lem nec'al

: kılmadık, yapmadık

8.

lehum

: onlar için, onlara

9.

min dûni-hâ

: ondan başka

10.

sitren

: bir örtü, perde

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Güneşin doğduğu yere ulaştığı zaman onu (güneşi), ondan (güneşten) korunacak bir örtü yapmadığımız bir kavmin üzerine doğarken buldu.

2 - Diyanet İşleri: Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.

3 - Abdul Metin Saruhan: Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Da gide gide güneşin doğduğu yere vardı, orada öyle bir topluluk buldu ki onların güneşten başka hiçbir elbisesi yoktu, öyle bir topluluğa doğmadaydı güneş orada.

5 - Abdullah Parlıyan: Gide gide, güneşin doğduğu yere vardığında, güneşe karşı sığınacak bir örtü vermediğimiz bir halk üzerine güneşi doğuyor buldu.

KEHF SURESİ 90. AYET

 

Kâle e raeyte iz eveynâ ilâs sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illâş şeytânu en ezkurehu, vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).

1.

kâle

: dedi

2.

e raeyte

: gördün mü

3.

iz eveynâ

: sığındığımız zaman, orada bulunduğumuz zaman

4.

ilas sahrati (ilâ es sahrati)

: kayaya

5.

fe in-nî

: o zaman gerçekten ben

6.

nesîtu

: unuttum

7.

el hûte

: balığı

8.

ve mâ ensâ-nî-hu

: ve onu bana unutturmadı

9.

illeş şeytânu (illâ eş şeytânu)

: şeytandan başkası

10.

en ezkure-hu

: onu hatırlamayı

11.

vettehaze (ve ittehaze)

: ve edindi (tuttu)

12.

sebîle-hu

: kendi yolunu

13.

fî el bahri

: denizde (denizin içinde)

14.

aceben

: acayip, şaşılacak şekilde

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: (Genç şöyle) dedi: “Gördün mü kayaya sığındığımız zaman ben gerçekten balığı unuttum. Onu hatırlamamı, bana şeytandan başkası unutturmadı. Ve o (balık), acayip bir şekilde denizin içine doğru kendi yolunu tuttu.”

2 - Diyanet İşleri: Genç, “Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti” dedi.

3 - Abdul Metin Saruhan: (Genç adam;) Gördün mü! dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Arkadaşı, gördün mü dedi, kayanın üstünde oturduğumuz zaman balığı unutmuştum; onu bana unutturan ve sana söylememe mâni olan da ancak Şeytan'dır; balık, şaşılacak bir sûrette denizde bir yoldur tuttu, dalıp gitti.

5 - Abdullah Parlıyan: Arkadaşı, “Gördün mü?” dedi. “Kayanın yanında oturduğumuz zaman, balığı unutmuştum. Onu bana unutturan ve sana söylememe engel olan da, ancak şeytandır. Tuhaf şey nasılda yol bulup suya ulaştı.”

yol bulup suya ulaştı.”

KEHF 63. AYET

Ve in min ehlil kitâbi illâ le yu’minenne bihî kable mevtihî, ve yevmel kıyâmeti yekûnu aleyhim şehîdâ(şehîden).

1.

ve

: ve

2.

in .... (illâ)

: ancak

3.

min

: ...'den

4.

ehli el kitâbi

: kitap ehli

5.

(in) ...illâ

: ancak

6.

le yu'minenne

: mutlaka îmân edecekler

7.

bi-hî

: ona

8.

kable

: önce

9.

mevti-hî

: onun ölümü

10.

ve yevme el kıyâmeti

: ve kıyâmet günü

11.

yekûnu

: olur, olacak

12.

aleyhim

: onlara, onların üzerine

13.

şehîden

: şahit

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Ve ancak, kitap ehlinden olanlar (onu tekzip eden Yahudiler ve “Allah’ın oğlu” diyen Nasraniler), ona ölümünden önce mutlaka îmân edecekler. Ve o, kıyâmet günü onların üzerine şahit olacak.

2 - Diyanet İşleri: Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce, ona (İsa’ya) iman edecek olmasın. Kıyamet günü, o (İsa) onların aleyhine şahit olacaktır.

3 - Abdul Metin Saruhan: Ehli Kitap’tan her biri ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o onların aleyhlerine şahit olacaktır.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Ve kitap ehlinden hiçbiri kalmayacak ki onun ölümünden önce ona inanmasın, o da kıyâmet günü, onların aleyhine tanık olacak.

5 - Abdullah Parlıyan: Bize de kitap verildi diyenlerden herbiri, kendi ölümünden veya İsa'nın ölümünden önce İsa ile ilgili gerçekleri kavrayacaklar ve O'na iman edeceklerdir. Kıyamet günü İsa onlardan iman etmeyenlerin aleyhine şahitlik yapacaktır.

NİSA SURESİ 159. AYET

Fe ahrace lehum ıclen ceseden lehu huvârun fe kâlû hâzâ ilâhukum ve ilâhu mûsâ fe nesiye.

1.

fe

: böylece

2.

ahrace

: çıkardı

3.

lehum

: onlar için, onlara

4.

ıclen

: bir buzağı

5.

ceseden

: ceset, heykel

6.

lehu

: onun için, ona, o

7.

huvârun

: böğüren

8.

fe

: o zaman, böylece

9.

kâlû

: dediler

10.

hâzâ

: bu

11.

ilâhu-kum

: sizin ilâhınız

12.

ve ilâhu

: ve ilâh

13.

mûsâ

: Musa

14.

fe

: artık, fakat

15.

nesiye

: o unuttu

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: Böylece onlar için (ortaya) böğüren bir buzağı heykeli çıkardı. Ve onlara (Samiri ve taraftarları): “Bu, sizin ilâhınız ve Musa’nın da ilâhı, fakat o unuttu.” dediler.

2 - Diyanet İşleri: Böylece (Sâmirî) onlar için böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. (Sâmirî ve adamları) “Bu sizin de ilâhınızdır, Mûsâ’nın da ilâhıdır. Öyle iken Mûsâ, (ilâhını burada) unuttu (da onu Tûr’da aramaya gitti)” dediler.

3 - Abdul Metin Saruhan: Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli icad etti. Bunun üzerine; İşte, dediler, bu sizin de, Musa’nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: O, onlara bir buzağı heykeli yapmıştı ki böğürmedeydi. O ve ona uyanlar işte bu dediler, sizin de mâbûdunuz, Mûsâ'nın da mâbûdu, fakat Mûsâ, unuttu bunu.

5 - Abdullah Parlıyan: Derken Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli yapıp çıkardı. Samiri ve arkadaşları: “İşte sizin ilahınız da, Musa'nın ilahı da budur, ne var ki Musa geçmişteki bu gerçeği unuttu!” dediler.

TAHA SURESİ 88.AYET

 

Kâle fezheb fe inne leke fîl hayâti en tekûle lâ misâse ve inne leke mev’ıden len tuhlefehu, vanzur ilâ ilâhikellezî zalte aleyhi âkifâ(âkifen), le nuharrikannehu summe le nensifennehu fîl yemmi nesfâ(nesfen).

1.

kâle

: dedi

2.

fezheb (fe izheb)

: artık git

3.

fe

: o zaman, artık

4.

inne

: muhakkak

5.

leke

: senin için, sana, sen

6.

fî el hayâti

: hayatta

7.

en tekûle

: senin söylemen, demen

8.

lâ misâse

: dokunmayın

9.

ve inne

: ve muhakkak

10.

leke

: senin için, sana

11.

mev'ıden

: vaadedilen

12.

len tuhlefe-hu

: asla hilâf olunmayacak, vazgeçilmeyecek

13.

vanzur (ve unzur)

: ve bak

14.

ilâ ilâhi-ke

: senin ilâhına

15.

ellezî

: ki o

16.

zalte

: sen ısrar ettin

17.

aleyhi

: ona

18.

âkifen

: kendini vakfeden, bağlı olan

19.

le nuharrikanne-hu 
(nuharrike enne-hu)

: onu biz mutlaka, elbette yakacağız

20.

summe

: sonra

21.

le nensifenne-hu 
(nensife enne-hu)

: onu mutlaka, elbette savuracağız, toz haline getirip atacağız

22.

fî el yemmi

: denizde, denize

23.

nesfen

: toz haline getirerek, savurarak

 

1 - İmam İskender Ali Mihr: (Musa A.S): “Artık git! Senin için (söz konusu olan), bütün hayatın boyunca “(bana) dokunmayın” demendir. Muhakkak ki senin için asla vazgeçilmeyecek bir vaad (ceza) vardır. Ve ona, ısrarla kendini vakfettiğin (taptığın) ilâhına bak! Onu mutlaka yakacağız. Sonra da elbette onu, toz haline getirerek (küllerini) savurup denize atacağız.” dedi.

2 - Diyanet İşleri: Mûsâ, “Çekil git! Artık sen hayatın boyunca (hastalanıp) “Bana dokunmak yok!” diyeceksin. Senin için, asla kaçamayacağın bir ceza daha var. Hele şu ibadet edip durduğun ilâhına bak! Biz onu elbette yakacağız ve onu muhakkak denize savuracağız.

3 - Abdul Metin Saruhan: Musa; Defol! Dedi. Artık hayatın boyunca sen; Bana dokunmayın! Diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak. Yemin ederim biz onu yakacağız. Sonra da onu parça parça edip denize savuracağız.

 

4 - Abdulbaki Gölpınarlı: Git hadi dedi Mûsâ, hiç şüphe yok ki hayatta cezan, rastladığına yaklaşma, dokunma bana demendir ve sana bir de azap vaadedilmiştir ki değişmesine imkân yok; kulluğunda bulunup durduğun mâbuduna bak da gör, onu biz yakacağız, sonra da kaldırıp denize atacağız.

5 - Abdullah Parlıyan: Musa Sâmirî'ye: “Öyle ise defol git. Senin dünya hayatında cezan, her rastladığın kimseye bana yaklaşma, bana dokunma! demendir. Ve şüphesiz senin için, kendisinden asla kaçınamayacağın azap dolu bir buluşma zamanı vardır. Şimdi bak, kendini herşeyinle adayarak tapındığın şu düzmece ilahına, onu nasıl yakacağız ve sonra toza toprağa çevirip, külünü de denize savuracağız.”

TAHA SURESİ 97.AYET

 

hosting by HostEviniz