Biraz daha hoşbeşten ve sağdan soldan konuşmadan sonra, Ali müsaade isteyerek kalktı. Gün ikindiye yaklaşmıştı. Hızlıyı, gönülsüz de olsa arabaya bindirdi; kendisi de bindi. Kraterin çıkışında arabasını, Tatvan yoluna doğru sürdü.

Kraterdeki soğuk ve sıcak hava bacalarını çocukluğundan beri bildiğinden ve hatta birer defa merakına yenik düşüp, neredeyse yirmişer metre derinliklerine kadar indiğinden, tekrardan inceleme gereği duymamıştı. İnternetten topladığı bilgiler ile bugün yapmış olduğu gözlemleri kafasında karşılaştırıp, kendince kritik değerde olanları aklının bir tarafına not etti. Aşağı çevre yoluna indiğinde, Ahlat tarafına dönmekle Tatvan şehir merkezine inmek arasında kısa bir tereddüt geçirdi. Sonra, şöyle, Cingöz lakaplı Bişar Doğru’nun kahvehanesine gidip biraz onunla sohbet etmek geçti içinden. Şehir merkezinin içine doğru sürdü arabasını. Kahvehanenin yanına geldiğinde arabasından inmeden içeri bir göz gezdirdi; Oooo…o! Cingöz Bişar sobanın etrafına sekiz on kişiyi toplamış, heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Araba camının birini hafif aralık bırakarak, arabadan aşağı inip kapıyı kapattı ve kahvehanenin içine doğru yöneldi. Cingözün yönü kapıya doğru olduğundan gelenin Ali olduğunu fark etti. Hemen ayağa kalkarak yarı Ali’ye yarı arkadaşlarına dönük olarak, hafif alaycı bir tavırla ve yüksek bir sesle Ali’yi arkadaşlarına göstererek, - Ahanda arkadaşlar! Mucit Ali de geldi! Diye bağırdı. Sonra bir anda ciddileşip dostça; - Ali hoş geldin, dedi. Tiyatronun içine düştük herhalde diye düşünen Ali: - hoş bulduk! Hoş bulduk! Diye mukabele etti. Garsona seslendi sonra Cingöz; - güzel ve sıcak bir çay ver Ali’ye. Çayını mucidimiz beğenmezse, kafanı kırarım bilmiş ol ha! Diyerek de espri yapmayı ihmal etmedi. Ali de yanlarına oturdu. Sobanın ve çayın da verdiği sıcaklıkla vücuduna yavaş yavaş rehavet yayılıyordu. Az konuşup çok dinlemek daha iyi olacaktı.

Cingöz: - Şu yan otelde kalan turistler, sabah gelip burada kahvaltı ettiler. Çay verdim onlara, çok beğendiler! Beşer, altışar bardak içtiler. Yalnız şuna hayret ettim; Aralarında bazen İngilizce; çoğunlukla da Türkçe konuşuyorlardı. Yukarıda Kraterde define mi arıyorlarmış ne? Her birinin elinde çeşitli çizimler vardı. Tartıştılar da tartıştılar. Valla ben konuşmalarından, Krateri delip suyunu Van Gölüne akıtacaklarından şüphelendim.

Bakkal Recai: - Korkma Cingöz! Van Gölü taşarsa, Tatvan’dan en önce kaçan sen olursun.

Cingöz: - Ne taşması lan, Recai! Koskoca Van Gölünün taşmayacağını herhalde biliyorum. Krater Gölünün suyu biterse buraya turist gelmez. Sen de turistlere büsküi, çerez satamazsın, ona üzülüyorum.

Duvar Ustası Kazım: - Mucide soralım, O, daha iyisini bilir.

Ali: - Endişeye gerek yok arkadaşlar! Problem öyle bir şekilde çözülecek ki, ne çevre zarar görecek bu işten, ne de insanlar.

Cingöz: - Tamam Ali, problemi sen çözersen bu olur da, elin memleketinin adamına ben nasıl güveneyim?

Ali: - Problemi ben de, onlar da çözsek aynı olacak arkadaşlar! Aklın yolu birdir, şüpheniz olmasın.

Belediye Temizlik İşçisi Garip: - Mucit doğru söyler, arkadaşlar. Sokaklara bizim insanımız çöp atar da bunlar atmaz. Evi tertemiz olan bir insanın sokağa çöp atması ne anlama geliyor, bir düşünün.

Cingöz: - Bırak kendi insanını eleştirmeyi Garip Efendi! Kilometre mesafede çöp sepeti koyacağınıza, siz de metre mesafede koyun, o zaman herkes çöpünü çöp sepetine atar. Bak benim kahvehanemin içinde, dört köşede de çöp kutusu var.

Ali: - Çayın güzelmiş Cingöz, ben artık kalkayım. Müsaadenizle!

Arkadaşların Hepsi Birden: - Müsaade senin Ali, Güle güle! Cingöz devamla; - Arkadaşlar! Ali, senede iki üç defa buraya uğrar, bir-iki bardak da çay içer gider. İşte yerli turist böyle! Ne yaparsın?

Ali: Yakınlarda sana daha fazla para kazandıracağım Cingöz! Allaha ısmarladık.

Cingöz: - Oldu anlaştık. Yolda dikkatli git.

Ali arabasına bindi. Hızlı kıpırdamadan yatıyordu. Yine de kuyruğunu sallamayı becerebildi. Dağın temiz havası Hızlıyı da epey sakinleştirmişti. Akşamın olmasına bir saat kadar zaman kalmıştı. Akşamı biraz geçe Adilcevaz’da olurum diye düşündü Ali. Düşündüğü vakitte de Adilcevaz’a vardı. Hızlıyı sahibinin evine bırakıp, doğruca evine gitti. Biraz açlık hissediyor olmasına rağmen kuvvetli bir şekilde uyku hissediyordu. Elbiselerini çıkardı. Pijamalarını giydi. Kendisini yatağa attı. Yatağa uzanır uzanmaz da derin bir uykuya daldı.

Sabah dinç bir şekilde uyanan Ali, güneşin gülümseyen ışıkları eşliğinde kahvaltısını yapıyorken, gece rüya görüp görmediğini düşündü; film sahnesi akmaya başladı zihninden,

“Krater Gölündeydi. Gökyüzü masmavi, hava da sıcaktı. Bulunduğu yer açık tepeler ise kalınca sayılabilecek bir kar tabakasıyla kaplıydı. Arabasının içinden tepeleri seyrediyordu Ali. Derken, navigasyon cihazında bir yazı belirdi. Beyaz zemin üzerine mavi harflerle yazılan yazıdaki ifade şöyleydi; “Ayılar inlerinde aç kaldı! Yiyeceklerini onlarla paylaşabilir misin?” İfadenin sonundaki soru işareti kırmızı renkte ve yazı karakterinden büyüktü. Ali, cevap yazması gerektiğini düşündü. Kalemiyle ekranın üzerine; “evet paylaşabilirim” diye yazdı. El yazısı formunda yazdığı yazı ekrana, daktilo harfleri olarak çıkıyordu. Sonra nevale çantasındaki erzakları, on tane torbacık haline getirdi. Kapı penceresini tamamen indirdi. Erzak paketlerini tepelere doğru tek tek fırlatmaya başladı. Fırlattığı paketlerin değişik ayı inlerinin ta içine düştüğü navigasyon cihazının ekranında görülüyor, sağ alt köşede de ‘ bravo tam isabet!’ diye yazı çıkıyordu. Ayıların mutluluk homurdanışlarını uzaktan duyabiliyordu.”

İlginç bir rüya diye düşündü Ali. Şimdiye kadar hiç basketbol oyunu oynamadığı geldi aklına. Önceki rüyasında da yorumlanacak öğeler vardı. Bu iş için sakin bir zamanda kafa yormalıydı. Bu gün yapacağı işleri planlıyorken, kahvaltı sofrasını topladı. Evinin kapısını kapatıp, dükkânının yolunu tuttu.

Dükkânının kapısını açtı. Masasının başına oturdu. Helikopter tasarımının çizimlerine kaldığı yerden devam etti. Bu tasarımla bütün dünyada tanınırım herhalde diye geçirdi aklından. Yok canım! Dedi hafif bir sesle sonra. – bir bisikletçiyi kim kaile alıp da değer verecek? İngiliz bisikletçi kardeşler geldi, sonra hatırına. Bir de hazerfen Ahmet Çelebi! Şu soruyu kendi kendine sormadan edemedi; - Zamanın Yönetimi, yani padişahı-veziri-uleması acaba Hazerfeni destekleseler, ona gereği gibi sahip çıksalardı, biz ve bütün dünya Türk yapımı hava araçlarıyla mı yolculuk yapıyor olurduk? - Şüphesiz! Diye cevapladı sonra yine; - Şüphesiz öyle olurdu. Kendisi bugün ki örneklerinden daha iyi bir helikopter tasarımı geliştirse ne olacaktı (bu cümlenin sonuna bir ünlem, bir soru işaretini defalarca koydu kafasından)

hosting by HostEviniz